28 Şubat 1938... Atatürk, Başbakan Celal Bayar’ı kabul eder. Bayar, yabancı doktor getirme isteğini dile getirir. Atatürk’ün cevabı: “Ortada Hatay meselesi var; hastalığım dışarıda duyulursa fena olur. Dr. Neşet Ömer’le konuş; bizim doktorlar muayene ve konsültasyon yapsınlar...” Hatay, Başkomutan’ın en büyük ve şahsi davasıydı. ★★★ 11 Mart 1938... Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden Çankaya’daki akşam yemeği: “Atatürk, solgun ve sararmıştı, masaya oturdu: ‘Ben bir şey içmeyeceğim. Fakat siz bir şeyler içiniz. Konuşuruz’ dedi... Fırtınadan sonraki deniz gibi, bitkin bir durgunluğu vardı. Dudakları güç oynuyordu. Şevk onun bahçesine son yapraklarını dökmüştü. O kadar güzel ince dudaklarının, o kadar tatlı ve ısıtıcı gülüşü, bir ıtır gibi uçmuştu... O akşam, Çankaya’da dostları ile son sofrası idi...” ★★★ 15 Mart 1938... Celal Bayar, yabancı doktor getirilme isteğini tekrar eder. Paşa, biraz da çaresiz: “Çocuk ne yapacaksan çabuk yap; ben hastayım!” der. ★★★ 28 Mart 1938... Fransa’dan Prof. Dr. Fiessinger davet edilir. Atatürk’ü muayene eder Fiessinger, gazetecilere Atatürk hakkında şöyle söyler: “Bu kadar dinamizmin bu kadar zekâ ve canlılığın bir arada toplanması pek enderdir. Zamanımızın birçok büyük adamlarıyla temas ettim; fakat büyük şefiniz Atatürk, bunlardan hiçbiriyle bir tutulamaz!” ★★★ Fransız gazeteleri, Atatürk’ün hasta olduğunu yazmaya başlamışlardı. “Kemal çok hasta, Hatay’ı savunamaz” haberleri çıkıyordu. Bunun üzerine, Lider Mersin ve Adana’ya gitmeye karar verir. Askeri birlikleri denetleyecek ve Fransa’ya mesaj verecekti. Ölüm pahasına bile olsa, Hatay’ı almaya karar vermişti. Doktorların itirazlarını dinlemez. ★★★ 19 Mayıs 1938... 19 Mayıs törenlerinden sonra, saat 17.00’de Hatay için trenle Mersin’e hareket eder. 20 Mayıs 1938’de Mersin’e ulaşır. ★★★ Trenden iner inmez, Fransa’ya gözdağı vermek amacıyla askeri birliklerin tören geçişini 40 dakika süreyle ayakta selamlar. Tören geçişinin sonuna doğru, bitkinlikten güçlükle ayakta durduğu belli oluyordu. Yaveri Salih Bozok ve Kılıç Ali yanına gelerek kimseye hissettirmeden kendilerine dayanmasını isterler. Bunu yapmaz. Tören geçişinin hızla bitmesi için durduğu yerden, askerlere koşarak geçiş yapmaları için “Marş! Marş!” komutunu verir. ★★★ Akşam, yemekten sonra odasına çekildiğinde burnu kanar. Burun kanaması ertesi gün de tekrarlar. Rahatsızlığına rağmen, Adana ziyaretini iptal etmez. ★★★ 24 Mayıs 1938... Adana’ya gelir. Mersin’de olduğu gibi, askeri birliklerin tören geçişini ayakta kabul eder. Ankara’ya hareket etmeden önce, Seyhan Nehri kıyısında dinlenmek üzere parkta oturur. İkram edilen portakal suyunu yudum yudum içer... “Ne dersin doktor, bunun üzerine bir kahve içebilir miyim?” diye sorar. Doktor Neşet Ömer İrdelp: “Çok kaynamış olmak şartıyla!” cevabını verir. Gazi’nin Adana’da içtiği son kahvesi olacaktı. Ve bir daha milletiyle bir araya gelemeyecekti. ★★★ Aynı gün, 24 Mayıs 1938 akşamı... Trenle Ankara’ya hareket eder. Hatay sorunu O’nu oldukça yormuştur. 25 Mayıs 1938 günü Ankara’dadır. Trenden indikten sonra, gar salonuna güçlükle yürür. Şükrü Saraçoğlu, yanında bulunan Falih Rıfkı Atay’ın kulağına fısıldar: “Falih, Atatürk’ün derisine bak. Bu bir ölü rengi...” ★★★ 27 Mayıs 1938... Atatürk, trenle İstanbul’a gelir. Son tren seyahati olacaktır... ★★★ 28 Mayıs 1938’de, Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönerken bir fenalık geçirir. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp tarafından muayene edilir. Karnında su toplanmaya başladığı ortaya çıkar. ★★★ 1 Haziran 1938... Lider’in sabırsızlıkla beklediği Savarona yatı İstanbul’a, Dolmabahçe önüne getirilir. Saat 15.30’da, yanında Başbakan Celal Bayar ile gemiyi gezer. Yanındakilere, oyuncağına kavuşan bir çocuk heyecanıyla, “Ne olurdu bu gemi elimize birkaç yıl önce geçmiş olsaydı” diyerek sevincini paylaşır. Savaşlarla, engellerle, ihanetlerle, yorgun yıllarla yoğrulmuş bir ömrün sonunda, bir umut gibi beklediği gemideydi. ★★★ 5 Eylül 1938... Atatürk, hastalığının ciddi olduğunu anlamıştı. Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a: “Şu vasiyetname meselesi. Bugün, yarın o işi bitirmeliyiz... Ne olur ne olmaz...” ★★★ 6 Eylül 1938... Dolmabahçe Sarayı’na İstanbul Altıncı Noteri çağrılır. Vasiyetname, Atatürk tarafından teslim edilir. Kararlı bir sesle: “Gerektiği zaman, yasal işlemlerini yaparsınız!” Vasiyetname, 28 Kasım 1938 günü, Ankara Sulh Hukuk Hakimliği’nce açılacaktır. ★★★ 8 Eylül 1938... Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger’in hazırladığı sağlık raporu: “Hastalığın alkole bağlı olmadığı, safra yollarındaki kronik tıkanma sonucu gelişen siroz olduğu...” Alkole bağlı olmayan siroz... ★★★ 27 Eylül 1938... Yaveri Salih Bozok: “İçeri girdiğim zaman, gayet kesik ve güçlükle işitilen bir sesle: ‘Çok dermansızım Salih... Büsbütün başka bir adam oldum. Şu ellerimin haline bak” dedi. Bana doğru uzattığı o güzel eller, şimdi deri ile kemikten ibaretti. Parmakları o kadar titriyordu ki...” ★★★ Sabah gözlerini açtığında, başucunda Afet İnan vardır... Ağzından dökülen şu sözler, sona yaklaştığının bir itirafıydı: “Ölüm, demek böyle olacak kızım...” ★★★ Ömür dediğin nedir? Hayaller, özlemler toplamıdır... Belki de yarım kalan bir şiir... ★★★ 28 Ekim 1938... Atatürk, Sabiha Gökçen’i kabul eder: “Yarın bayram değil mi Gökçen? Bugünü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. Beni Cumhuriyet Bayramı’nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum.” ★★★ Muzaffer Başkomutan, çok sevdiği, başkent ilan ettiği, İstiklal Savaş’ını yönettiği Ankara’ya gidememektedir. Yalnızlığını esiridir artık, içinde derin bir sızı... ★★★ Ankara’ya gidebilseydi eğer... Beş yıl önce, Onuncu Yıl kutlamaları konuşma metninde üzerini çizdiği, “Beni Hatırlayınız” sözünü söyler miydi?.. Kim bilir?.. Sayılı günleri kaldığının farkında mıydı bilinmez ama tarihin akışını değiştiren lider için büyük bir ıstıraptı... Savaş meydanlarında bile, bu ölçüde çaresiz kalmamıştır... ★★★ 5 Kasım 1938... Başbakan Celal Bayar’ı kabul eder. Bu, Celal Bayar’ın Atatürk’ü son ziyareti olacaktı. Lider, milletine son görevini yapıyor, devlet işleriyle uğraşarak veda ediyordu. ★★★ 6 Kasım 1938... Kardeşi Makbule’yi, Afet İnan’ı ve Sabiha Gökçen’i birlikte kabul eder. Sevdikleriyle son görüşmesini yapıyordu. Üç kadın, ince kemikli elini son kez öperler; hüzünlü bir vedaydı bu... ★★★ 8 Kasım 1938 Salı saat 18.30 suları... Atatürk, fenalaşır. “Saat kaç” diye sorar Hasan Rıza Soyak: “Saat 7.00 (19.00) efendimiz.” Dr. Neşet Ömer Bey, Atatürk’e seslenir: “Dilinizi göreyim efendim!” Atatürk, dilini ancak yarıya kadar dışarı çıkarabilir. Doktor, tekrar seslenir: “Biraz daha uzatınız efendim.” Atatürk, Neşet Ömer Bey’e bakar. “Vealeykümüsselam!” diyerek kendinden geçer. Muzaffer Başkomutan, derin komaya girmiştir. ★★★ 10 Kasım 1938 Perşembe günü... Saat 9.00 olduğunda, göğsü hızla inip kalkmaya başlar. Hasan Rıza Soyak, büyük bir üzüntüyle Kılıç Ali’ye seslenir: “Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor!” Savaş tarihinin kıskandığı Başkomutan, savaş meydanına veda ediyordu. Son anı, ulu bir çınarın köklerinin sökülmesi misali, devlerin savaşında son perdeydi... ★★★ 10 Kasım saat 9’u 5 geçe... Birden deniz mavisi gözlerini açar. Sonra, askerce selam verircesine, başını sağa çevirir ve ölümsüzlüğe adımını atar... Genel Sekreter Soyak hıçkırarak diz çöker, sağ elini yüzüne gözüne sürer, ellerinin arasına alıp öper. Prof. Dr. Mim Kemal Öke, açıkgözlerini kapatır. ★★★ Ve Nöbet Defteri’ne, şu son sözler yazılır: “Saat 9’u 5 geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde, hayatı terk etmişlerdir.” ★★★ Atatürk’ün yaveri Salih Bozok, bilinçsizce sarayın merdivenlerinden aşağı koşar. Alt katta, boş bulduğu odaya geçip kapıyı kapatır. Az sonra, odadan tek el silah sesi duyulur. Kalbine sıktığı tek kurşunla, kanlar içinde devrilmişti. Kendini buna hazırlamış, Atatürk ölürse, yaşayamam demişti... Bir vicdan ve vefa belgesi Cenaze namazının bir camide kıldırılması düşünülür. Ancak, na’şının ziyareti sırasında oluşan izdiham arkadaşlarını korkutur. 11 kişi ölmüş, 40 kişi yaralanmıştır... Konu, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye sorulur. Börekçi’nin cevabı, 2025 Türkiye’sinin Diyanet kapısına asılacak bir vicdan, bir vefa belgesidir: “Atatürk’ün cenaze namazı, O’nun tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, her yerde kılınabilir.” ★★★ 19 Kasım 1938 Cumartesi... Cenaze namazı, Dolmabahçe Sarayı’nın tören salonunda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılır. ★★★ Atatürk’ün arkadaşı Asaf İlbay, İtalya’dadır. Vefatını duyar duymaz, hemen İstanbul’a hareket eder. Bir İtalyan gazetesinde, İtalyan profesörünün Atatürk için yazdığı yazıyı tercüme ettirir. Yazının sonu, tarihin kıskandığı lidere hakkını verir: “Büyük İskender, Sezar, Napolyon ayağa kalkınız, büyüğünüz geliyor.” Atatürk’ün dünya tarihinin en iyi komutanı olduğu, bu yedi sözcükle anlatılmıştı. ★★★ Aristo’nun öğrencisi, kendi döneminde dünyanın yarısını fetheden Büyük İskender... Dünya tarihinin en etkili ismi Sezar... 62 savaş gören Napolyon... Kıskanmışlar mıdır bilinmez ama iyi komutan olduklarından, Atatürk’ün önünde büyük saygıyla eğilmişlerdir. ★★★ İslam ülkelerinde bayraklar yarıya indirilir, okulları tatil edilir, camilerde Atatürk’ün ruhuna dualar okutulur. Hindistan’da, 18 Kasım 1938 Cuma günü, “Kemal Günü” ilan edilir ve bütün camilerde Atatürk’ün ruhuna Fatiha okunur. Mısır’da 7, İran’da 11 gün yas ilan edilir. Atatürk, akıl, bilim ve umut demektir Mücadelesi sadece ulusunun değil, tüm ezilmiş ulusların kaderine damgasını vurdu. Ve gerçekleştirdiği mucize devrim, yaşadığı çağa yön verdi. ★★★ Kurduğu Cumhuriyet, hiçbir soruna yol açmadan işledi. Anayasa gereği TBMM, 11 Kasım 1938 günü toplandı. Cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü’yü seçti. ★★★ Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle yazacaktır: “Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile ‘O gidince ne yapacağız?’ diyorlardı. Bu endişenin nedenini Kemalist rejimin diktatörlüklerle karıştırılmasında aramalıdır... Halbuki Atatürk bir diktatör değil, devrimci bir devlet kurucu idi.” ★★★ Fidel Castro, Atatürk’ün en büyük devrimci olduğuna vurgu yapar ve der ki: “Ben de devrimler gerçekleştirdim, ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım. O’na ve devrimlerine hayranım...” ★★★ Liderin, manevi mirası: hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır... Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” ★★★ Atatürk ölmedi... Ölseydi eğer, kendisini her gün öldürmek isteyen bu kadar yaratık olur muydu? Namuslarını kurtardığı nankörler, şimdi ondan bir duayı esirgeyecek kadar korkarlar mıydı? ★★★ Dünyada hiçbir lider, hiçbir komutan ya da hükümdar öldükten sonra milletini yönetmedi... Ama Atatürk, yattığı yerden milletini yönetmeye devam ediyor... Ve yattığı yerden, kendisine açılan her savaşı kazanıyor... ★★★ Atatürk; akıl, bilim, tam bağımsızlık, anti emperyalist ve umut, umut, umut demektir. Ve Atatürk, bu milletin ebedi liderdir. ★★★ İdama mahkûm edildiğinde 39 yaşında olan O kahraman, yokluklara, engellere ve ihanetlere rağmen, umudunu bir saniye kaybetseydi hiçbirimiz bu vatanda olamazdık... Umudunuzu kaybetmeyin... ★★★ Atatürk’le kalın... Umutla kalın... Sağlıkla kalın...