“Erdoğanizm”in kalemşorlarından Abdülkadir Selvi, dünkü köşesinde “Erdoğan’a Teklif mi, Tuzak mı?” başlıklı bir analiz yaptı (24 Şubat 2021, Hürriyet). Analizin özeti şu cümlede saklı: “AK Parti, Erdoğan’dan, Erdoğan AK Parti’den koparılmak isteniyor.”
SELVİ’NİN ‘TUZAK’ UYARISI
Selvi, “erken bir yazı” diyerek bir nevi alarm zili çaldığını, Beştepe’yi ‘uyandırdığını’ ima ve bir tuzağı deşifre ettiğini de ifade ediyor. Selvi’nin analizinin odak noktası şöyle:
“AK Parti kongresi yaklaştıkça şu tartışmayı daha sık yapacağımız anlaşılıyor: Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ile AK Parti Genel Başkanlığı’nın bir arada olmasından dolayı memnun olmaması, bu nedenle kongrede genel başkanlıktan ayrılarak AK Parti Genel Başkanlığı’nı güvendiği bir isme bırakacağı şeklindeki iddialar. Bazı isimler de konuşuluyor. Ama o isimlerin bu modelden haberi yok.
Parlamenter sistemin gereği olarak Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca partisinden istifa etti. Yeniden servis edilmeye çalışılan bu model, Anayasal zorunluluk gereği uygulandı. Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım dönemleri yaşandı.
(…) Erdoğan’a bir tuzak kurulmak isteniyor. AK Parti, Erdoğan’dan, Erdoğan AK Parti’den koparılmak isteniyor. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni en çok da partisinin başına geçmek için istedi. Geçmişte Özal ve Demirel’in partilerinden ayrıldıktan sonra yaşananları gördü. Ayrıca parlamenter sistem döneminde bu modeli test etme imkânı buldu. AK Parti Genel Başkanlığı konusunun Erdoğan’ın kırmızı çizgisi olduğunu biliyorum. Bunun doğru olduğuna da inanıyorum. O nedenle sureti haktan görünen bu formülün AK Parti’yi Erdoğan’ın elinden almak için bir tuzak olduğunu düşünüyorum.”
75 YIL GERİYE DÖNMEK VE ASIL TUZAK
AK Parti’de bir numaralı kurucusu Erdoğan’a bir tuzak kurulup kurulmadığını, bunun Selvi’nin bir vehmi olup olmadığını bilmiyorum ama bildiğim şu: Erdoğan, parlamenter sistemde pekala hem başbakan hem de partisinin genel başkanı olma olanağına sahipti. Neredeyse 75 yıl geriye dönüp, Türkiye’nin çoktan geride bıraktığı bir modele kapı açtı. İsmet İnönü 1947’deki 12 Temmuz Beyannamesi ile partisinden fiilen koptuğunu milletin ve memleketin huzuruna getirmiş, partisini bir genel başkan vekiline bırakarak “tarafsız cumhurbaşkanlığı” profilini güçlendirmişti. 1946’daki girizgahtan sonra 1950’de tam anlamıyla çok partili parlamenter demokratik sisteme geçen Türkiye, şimdi Erdoğan’a biçilmiş “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile aslında “tek adam” dönemini oturtup sürdürmeye çalışan bir atmosferde aşırı kutuplaşmanın, onca dış mesele varken yüksek dozda siyasi gerilimin tuzağına düşmek üzere. Asıl tuzak bu değil mi Selvi?
ÖNCE PARTİ Mİ MEMLEKET VE MİLLET Mİ?
Erdoğan, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı. Neredeyse karpuz gibi ikiye yarılan bir ülkede bir tarafın siyasi bir numarası nasıl bütün memleketi ve milleti temsil edecek? Önce memleket ve millet değil de “önce partim” ise, "daima partim" ise o başka!.. Erdoğan eskisi gibi parlamenter sistemde başbakan ve partisinin genel başkanı olabilir. Ama bu ucube sistemde ikisi bir arada gitmiyor. Gitmediğini her gün görüyoruz. Erdoğan’ın kendisi de görüyor, Selvi de görüyor aslında. 50+1’i yakalayamayan -ki, bütün anketler bunu gösteriyor- Erdoğan her şeyi kaybediyor. Oysa parlamenter sistemde genel başkan olsa birinci parti çıkıyor seçimlerde verili koşullara göre şu anda bir seçim yapılsa. AK Parti ilk seçimde de yüzde 34 ile tek başına iktidara gelmemiş miydi? Selvi gibilere göre bu öneri de bir ‘tuzak’! Oysa asıl tuzak Erdoğan için yüzde 50+1’lik sistem!
TÜRKİYE’NİN İLACI
Türkiye’nin ilacı güçlendirilmiş ve kuvvetler ayrılığına dayalı, meclisi yeniden öne çıkaracak parlamenter demokratik sistem. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ve partili cumhurbaşkanlığı ile sancıdan, aşırı kutuplaşmadan kurtulamaz. Kim Türkiye’yi partisinden, iktidarından çok seviyorsa bir an önce manasız ve mesnetsiz ‘yeni anayasa’ tartışmalarını bırakıp yeniden mutabakatla parlamenter demokratik sistem için kolları sıvamalıdır.
Selvi’nin analizine şunu ekleyeyim; Erdoğan ister bıraksın ister bırakmasın parti genel başkanlığını; vakit tamam, abbas yolcu…