Cumhuriyet, Odatv gibi birkaç gazetede geçtiğimiz haftanın sonuna doğru bir haber: “Bir süredir Ankara’da yaşlılar bakım evinde tedavi gören gazeteci Tanju Cılızoğlu vefat etti.”
İnsanın çok kuvvetli olmasa da ilişkisinin olduğu birisinin kaybı sarsıcı oluyor. Sarsıldım. Üstat 85 yaşında olsa da sarsıldım. Tanju Cılızoğlu’nun cenazesi vasiyeti üzerine 25 Ocak Pazartesi günü, dün son kitabında da altını çizdiği vasiyetine uygun olarak Nevşehir Hacı Bektaş’taki Çilehane’de defnedildi. İlhan ve Turhan Selçuk kardeşler gibi.
1936 yılında Tokat’ta doğmuştu. Gazeteciliğe 1956 yılında Vatan’da başlamış; Şehir, Hergün, Yeni Tanin, Tercüman, Yeni Gün, Akşam gazetelerinde ve THA’da çalışmış; “Tiyatro 76-Siyasi Tiyatro Dergisi”ni yayımlamıştı. "Balyoz", "Anılarla Kamil Kırıkoğlu", "Kamil Kırıkoğlu İnönü ve Ecevit'i Anlatıyor", "Hoşt Amerika", "Zincirbozan'dan Bugüne Demokrasi Mücadelesinde -Demirel", "Çağlayangil/Kader Bizi Una Değil Üne İtti", “Balaban”, "Kitaplı Bir Parti Üzerine Araştırma", “Heyamola”, “Aşk'a Şiirler”, "Ahmet'in Gemileri", “Kırık Politika”, “Güzel Yaşadım” eserlerinden bazıları. Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibi. İzmit’e yerleştikten sonra TÜPRAŞ’ta çalışırken bir yandan da Özgür Kocaeli’de de uzun yıllar köşe yazarlığı yapan Tanju Cılızoğlu, yine İzmit’te 2004’ten bu yana sahibi olduğu Değişim 41 gazetesini çıkarıyordu.
ÜÇ ARKADAŞ
Cılızoğlu’nu ortak dostumuz şair-eczacı Melih Ziya Sezer aracılığıyla geç vakit, 2000’lerde tanıdım. İstanbul’a geldiğinde Moda’daki Yeni Moda Eczanesi’ne gelirdi; Değişim 41 de getirirdi bize; orada üçümüz tadına doyulmaz sohbetler ederdik. Bir gün de Tarihçi Kitabevi’nde birlikte “Melih Ziya Şiiri” üzerine bir edebiyat matinesi yaptık ki tadı hala izleyen herkesin damağındadır.
Dün (pazartesi) Melih Ziya Sezer’i arayıp başsağlığı dileyecektim ki o benden önce davrandı başsağlığı için. İkimiz de üzgündük. Ondan öğrendim ki Ankara’da birkaç aydır yaşlı bakım evinde kalmasının nedeni bir kenara itildiği için değil, daha iyi koşullarda olacağı içinmiş. Küçük kızı Dilara da Ankara’da ve babasıyla o ilgileniyormuş (Cılızoğlu, dört evlilik yapmıştı Dilara dördüncü evliliğindendi. Bir de Meneviş’i vardı üçüncü evliliğinden. İki kız babasıydı).
Son kitabı “Güzel Yaşadım”, Tarihçi’den yayınlanmıştı 2017’de. Yaşamının içinden geçen birbirinden özellikli portreleri çok güzel kaleme almıştı. 5 Temmuz 2017’de Moda’da bana da şu satırlarla imzalamıştı: “Muzaffer Ayhan Kara’ya bir dostluk ve anlamak merhabası… Sevinerek…”
Kitabın girişinde Melih Ziya’nın “Pepe” kitabından “Sığınak” şiiri yer alıyor:
“Bütün bunlar geçer
Bütün bunlar unutulmaz
Bütün bunlar özlenir bile…”
Böylece, üç ahbap bir kitapta buluşmuş olduk. Tıpkı “Melih Ziya Şiiri” edebiyat matinesinde olduğu gibi. Tıpkı Yeni Moda Eczanesi’nin “ikinci bölümü”nde oturduğumuz gibi…
ÜSTÜ KALSIN MI DEMEK İSTEMİŞTİ?
Tanju Cılızoğlu, ölümünü ve hatta nereye gömüleceğini bile yukarıda sözünü ettiğim son kitabının “Görücü Usulü Ölmemek” başlıklı son bölümünde soğukkanlılıkla kaleme almıştı. “Demek ki artık ölüme hazır, demek ki artık yapacaklarının sonuna geldiğini saptıyor” diye düşünmüştüm şaşırarak o satırları okuduğumda. Ve o satırlardan dört yıl sonra 85 yaşında hayatını kaybetti. Kimbilir belki de “üstü kalsın” diyordu. Hayatımıza kattıkların için, kitapların için, gazetecilik mesleğine katkıların için teşekkürler usta.
Onun ardından kaleme aldığım bu yazıyı o son bölümle noktalamak farz oldu şimdi:
“GÖRÜCÜ USULÜ ÖLMEMEK”
Ölüme inanırız da, beklemeyiz.
Bedene bütün belirtiler iner de, konduramayız.
‘Allah’tan umut kesilmez’ avutması, yaşama tutunmanın kaçınılmazlığıdır. Yaş 81…
Lütfedilen bir ömrün kıyıcığına vardık.
Geriye ne kaldı, belli mi?..
Belli…
Az kaldı.
Tek sevincim, giderken bir mikroba değil, doğanın mutlakiyeti ecele yenilmek.
Artık sıramızı savmak için ağaçlara, kurtlara, kuşlara, sevenlere, kızanlara hadi eyvallah diyeceğiz.
Bu anıların yayınlanması sonrasında zaman elverirse, gideceğimiz son yeri ve dostlarla son buluşmayı da kendimce nakışlayacağım.
Ölümüm de yaşadığım gibi olsun. Varacağımız yeri önceden bilmek, yani görücü usulü ölmemek.
Hacı Bektaş’ta, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk dostların yattıkları yerde, düşündüğümce önceden yapılmış bir mezar… Öyle şatafat, görkem değil, yalın, sade bir son mekan…
Ve nerede ölürsek, son yolculuğa dostlarımızın zamanları uyarsa, elleri ne kadar değerse, bir veda beraberliği…
Kimse ölümüme üzülmesin. Hele sevenlerim hiç ağlamasınlar isterim.
Dostlarım yol boyunca ansınlar beni. Ve gömü işim bitince, dönerken saz ustalarının eşliğinde, Hacı Bektaş’ta gönüllerince bir akşam yemeği yesinler.
Uyarına gelirse, toprağa bıraktıkları yerde, mezarımın başında flütlü, kemanlı, gitarlı minik bir dinleti olsun.
Hüzün dağılsın.
Hüzün sıvaşmasın dostlarıma.
Ve ben ola ki duyarım o konseri… Üstümü örten toprağın içindeki tüm canlılar ve dahi komşularım duyarlar.
‘Hoş geldin!’ derler. ‘Hoş geldik!’ deriz.
Güzel Yaşadım
Doğru-yanlış, yolumuzu sapmadan yürüdük. Kimse için değil, kendimiz için söyledik. Kimi söylediğimize dost olundu, kimi öfkeli.
Yolumuzu bildiğimizce, ipimiz kendi elimizde yürüdük.”