İbrahim Kalın, şimdi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri. 2013’te de o zaman Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında çalışıyordu yine. Dış politika başdanışmanı ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak…
KALIN’IN COPYPASS’I
Kalın, 19 Ağustos 2013’te attığı bir tweetle “değerli yalnızlık” vurgusu yaptı:
“‘Türkiye Ortadoğu’da yalnız kaldı’ iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek gerekir. Bu, değerli bir yalnızlıktır.”
Kalın’ın tweeti Ak Parti iktidarının, Erdoğan’ın yeni bir dış politika konseptinin altını çiziyordu aslında.
Ak Parti iktidarının izlediği dış politikanın son 10 yılda Türkiye’yi bilhassa bölgede, Ortadoğu’da yalnızlaştırması; son olarak Mısır’daki gelişmelere gösterilen sert tepkiyle bu yalnızlığın daha da koyulaşmasının içeride bir izahı gerekiyordu kanımca ve “değerli yalnızlık” bu ihtiyaçtan dolayı hatırlandı.
Kalın, İngiltere’yi iyi bilir. Kullandığı bu Türkiye dış politikası için yeni kavramı da İngilizlerden kopyaladı. İngiltere, malum, bir zamanlar “üzerinde güneş batmaya bir imparatorluk”tu. “Splendid isolation”, Türkçesiyle “görkemli yalnızlık” kavramını ileri sürmüştü 19. yüzyılda. Kısacası, İngiltere’den kopya bir kavram ortaya attığı Kalın’ın da, o zamanki İngiltere ile şimdiki Türkiye’nin dünyadaki yeri bir mi? Ne olduğundan büyük göstereceksin kendini ne de küçük. Gerçekçi olacaksın. Gücün, kabiliyet ve imkanların kadar hareket edeceksin, bir yandan da ekonomini ve ordunu güçlendirip mecburiyetlerden olabildiğince uzaklaşacaksın.
Yedi yıl önce Kalın’ın ortaya attığı kavram şimdi yeniden gündeme geldi son gelişmelerle birlikte. Doğu Akdeniz’deki tablo, Yunanistan’ın arkasına ABD ve AB’yi alarak Ege’de attığı şımarık adımlar, “bir millet iki devlet” olduğumuz Azerbaycan’a kışkırtıcı ve hadsiz Ermenistan saldırıları… Üstüne üstlük eş zamanlı olarak devreye giren kullanışlı eleman PKK’nin saldırıları…
BU OLSA OLSA TEHLİKELİ YALNIZLIKTIR
Evet, Türkiye adeta yüz yıl önceki gibi kuşatılmış bir iklimde. Yalnız, neredeyse yapayalnız. KKTC’den ve Azerbaycan’dan başka Katar ve Pakistan var yanımızda. Üyesi olduğumuz NATO ile güvensiz bir ilişki içindeyiz. NATO üyesi partnerlerimizden silah ambargosu yiyoruz! AB neredeyse tamamen karşımızda. Güney sınırımız alarm veriyor. İran’la hassas bir dengedeyiz. Irak merkezi hükümeti ile de. Kuzeydoğumuzda zaten Ermenistan var. Yunanistan’la ilişkiler malum. Rusya ile farklı bir ilişki seyrediyor. Libya’da ve Suriye’de muarız, başka işlerde mutabık. Azerbaycan’ın işgal edilen toprakları konusunda da Rusya ile mutabık değiliz. Ortadoğu’da Kahire, TelAviv ve Şam’da Büyükelçimiz yok. Libya’da BM’nin tanıdığı hükümet ile anlaştık deniz yetki alanı ve başka hususlarda ama ikiye bölünmüş bir Libya söz konusu.
Demek istediğim şu: Türkiye, 19. yüzyıl İngiltere’si gibi dünyada borusunu öttüren bir devlet değil ki yalnızlıktan endişeyi bırakın, övünsün… Kırılgan ekonomisi ve onca dış borcuyla, askeriye dahil dışa bağımlılığı ile nereye kadar yalnızlık postuna bürünebilir? Haklı olarak çok övünsek ve gururlansak da İHA ve SİHA’ların motorları bile Kanada’dan geliyor ve oradan da ambargo sesleri duyuluyor.
O zaman yapılması gereken nedir? “Değerli yalnızlık” gibi anlamsız ve somut koşullarda havada kalan kavramlarla avunmayı bırakıp yalnızlıktan sıyrılmanın yollarını bulmalıyız. İçinde bulunduğumuz durum olsa olsa “tehlikeli yalnızlık”tır! Ne kadar da kan kaybetse Dışişleri’nin birikimi bu yolları bulmaya, tehlikeli yalnızlıktan sıyrılmaya muktedirdir, gerekli müktesebata sahiptir.
PEKİ NE YAPMALI
İlk yapılması gereken komşularla gerilimleri azaltmak ve iyi komşuluk ilişkilerini karşılıklı çıkar esasına, güvene dayanarak tesis etmektir. Türkiye’nin etrafına güven vermesi, eskisi gibi güvenilir bir kimlik profili sunması bunun için kaçınılmaz. Bir zamanlar Ortadoğu ülkeleri arasında arabulucu olan, bir sorun olduğunda çağrılan Türkiye nerede, Ak Parti dış politikasının özellikle son 10 yılındaki Türkiye nerede? Türkiye, Suriye-İsrail arasında, İran-Irak arasında arabulucu olabilmişti hem de davet üzerine. Şimdi Suriye ile derin bir problem içindeyiz. İsrail ile gerilimliyiz. Tahran ve Bağdat ile soğuğuz.
İkincisi, Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerle mezhep, meşrep ve yönetim şekli farkı gözetmeksizin rasyonel bir zeminde karşılıklı çıkarlar esasına dayalı ilişkileri düzeltmeliyiz. Örneğin, Mısır’da İhvan darbe ile iktidardan uzaklaştırılmış olabilir. Mısır-Türkiye ilişkilerinin kerterizi Mısır’daki yönetim olmamalıdır. Bir an için 12 Eylül Türkiye’sine gidelim; Kenan Evren’in ilk teması komünist Bulgaristan’ın başındaki Jivkov ile olmuştu. Komünist Jivkov da darbe ile yönetime el koyan Evren de bu ilişkiyi karşılıklı çıkarlar nedeniyle içine sindirebilmişti. Ak Parti kurmayları İhvan gözlüğünü çıkarmalıdır. O gözlük şaşı baktırıyor dış konularda hükümeti maalesef. Suudi Arabistan ve Mısır, Ortadoğu’da farklı pozisyonlardaki Sünni köşe taşı devletlerdir. Türkiye, laik duyarlılıkla hareket ederek Sünni, Şii, Yahudi, Hıristiyan bütün devletlerle ilişki kurabilecek bir kabiliyettedir. Ama altını çiziyorum, laik duyarlılıkla…
Üçüncüsü, Türkiye mutlaka Suriye rejimi ve Rusya ile masaya oturarak Şam’la arasını düzeltmeli ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği temelinde normalleşmesine katkıda bulunarak yeni bir sayfa açarak bir yanlıştan dönmelidir. 1999’daki Adana Mutabakatı’nı neden Ruslar bize hatırlatsın? Önce biz hatırlamalıyız. Normalleşmiş bir Suriye’den dolayı gündemdeki tehdit de bertaraf olacaktır, askeri harcamalar da kesilecektir, 4 milyon ‘misafir’ de ülkesine dönecek ve bu ekonomik-sosyal yük de üzerimizden kalkacaktır. Suriye ve Mısır’la ilişkilerin normalleşmesi Türkiye’nin bölgedeki ekonomik atraksiyonlarının önünü açacağı gibi Doğu Akdeniz’deki elini de güçlendirecektir. Türkiye, Suriye ve Lübnan’ın da Doğu Akdeniz’deki haklarının önünü açacaktır. Erdoğan’a önerim, Atatürk’e bakmasıdır. Anadolu’yu işgal eden Yunanlılarla savaşan da barış yapan da Atatürk’tü. Zaten barış yapmayı bilmiyorsan savaşa girişmeyeceksin. Suriye’de ÖSO üzerinden iç savaşa taraf olan Türkiye’nin atacağı barış adımı vardır ve mümkündür. Bundan Türkiye de Suriye de yararlanacaksa ki, yararlanacaktır; o zaman barış zor değildir.
Dördüncüsü, Türkiye, emperyal güçlerle ilişkilerinde çok dikkatle hareket etmelidir. İsmet İnönü’nün “ayı” metaforuyla dikkat çektiği bu nokta önemlidir. ABD, uzaktaki Çin, AB ile ağır topları Fransa, Almanya; bunun yanında İngiltere ve Rusya ilişkileri günlük olmaktan çıkarılıp daha vadeli süreçte ele alınmalıdır. NATO, Türkiye için verili koşullarda mecburiyettir. Almanya en önemli ticari partnerimizdir ve aynı zamanda milyonlarca yurttaşımızı ağırlamaktadır, on binlercesi de eğitim vb. nedenlerle ilişki içindedir. Fransa Osmanlı’nın ilk diplomatik ilişki kurduğu bir devlettir. Kurtuluş Savaşı içinde anlaşma yapmışızdır. Kültürel ve akademik münasebetlerimiz çoktur. Ülkemizde ciddi sayılacak bir Frankofon kesim vardır. Ayrıca Fransa’da çalışan ve yaşayan yarım milyon civarında Türk vatandaşı vardır. Bu kesim Türkiye-Fransa ilişkilerinde olumlu rol oynayabilir. Şunu da eklemeliyim ki son dönemde Charle Hebdo üzerinden ve bizzat Macron eliyle aşırılıklar kabul edilebilir değil. Bu üst perdeden çirkin çıkışlar karşılık bulmakta bu da ilişkilere zarar vermektedir. Fransa’nın Ermenistan’a ve diasporaya mesaj vermek için Türkiye’ye ve İslam’a dönük çirkin çıkışları asla kabul edilemez ve umuyorum ki Fransa bu noktada geri adım atacaktır. Charlie Hebdo’nun fikir ve düşünce özgürlüğüyle bazı karikatürleri açıklaması bir işe yaramıyor. Bu karikatürler medeniyetler, dinler, kültürler arasındaki ilişkilere zarar veriyor ve çatışmaları, gerilimleri arttırıyor. Meseleye böyle bakmak gerekiyor. Türk Müslümanları Hz. Muhammed kadar İsa’ya, Musa’ya da saygı duyuyor ve kutsalı sayıyor. Davut’a ve Yusuf’a da... Bütün peygamberlere. Meryem Ana’ya da… Müslüman Türk çocuklarına İsa, musa, Davut, Yusuf, Meryem isimleri yaygın olarak konuluyor. ABD’nin S-400’lere tepkisi kabul edilemez çünkü 1974’teki ambargosu unutulmuş değil. NATO’daki dominant rolünü gerektiğinde Türkiye aleyhine kullanması da biliniyor. O yüzden kendimizi kandırıp ABD ile “stratejik müttefik” vb. tanımlar yapmamalıyız. O bir taktikti ABD için ve soğuk savaşta kaldı. İlişkiler karşılıklı çıkarlar ve ihtiyaçlar esasında yürütülmek durumundadır. AB’nin Türkiye’yi içine almak istemediği ama periferisinde tutmak istediği malum. Belki burada da şimdilik bir çerçeve anlaşma daha mantıklı olabilir. Çin’le ilişkilerde Bir Kuşak Bir Yol projesi belirleyici olacak gözüküyor, Çin’in politikalarına eklemlenmek ne getirir, ne götürür buna bakarken Batı’ya karşı bir koz olduğunu da görmek gerekir.
DİLİMİZDE TÜY BİTTİ
Birçok kez yukarıdaki yaklaşımları yazılarımda ve televizyon programlarında dile getirdim. Ak Parti iktidarı ise bildiğini okumakta ısrar etti özellikle son 10 yılda. Davutoğlu ve Kalın’ın Erdoğan’ın siyasi yaklaşımlarına teori üretmek dışında yapıcı katkılarını göremedim. Erdoğan’ın manevra yapabilmesi için belki de akıldanelerini değiştirmesi gerekiyor. Ya da akıldanelerin ayakları suya erecek. Yoksa şimdiye kadar ne olduysa yine aynısı olur ve Türkiye yalnızlıktan kurtulamaz. Bu yalnızlığı da kimse memlekete pek matah bir şeymiş gibi sunmaya kalkmasın! İlk iş olarak mümkün olan en kısa sürede Mısır ve İsrail ile diplomatik ilişkileri en üst düzeyde kurmalı ve büyükelçi teatisi yapmalıyız. Suriye ile de alt düzeyde diplomatik ilişki tarafsız bir ülkede yürütülmeye başlansa çok iyi olur zaman daha fazla geçmeden.
SONUÇ OLARAK…
Sonuç olarak, Türk Dışişleri masası yeniden kurulmalı; Atatürk’ün bölge merkezli, güven veren ve hissi yakınlıklar üzerinden değil ulusal çıkarlara dayalı; emperyal güçlerle ihtiyatlı ilişki yaklaşımını gündemine almalıdır. Bunun düğmesine basacak olan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Basar mı? Kendisinin bileceği iş. Ancak şu kadarını hatırlatayım ki, son yerel seçim yenilgisinde, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Hatay, Antalya gibi büyükşehirleri kaybetmesinde Suriye politikası ve bunun bir sonucu olan ‘misafirlerin’ konumu büyük rol oynadı.
Not: Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri İbrahim Kalın'ın bir an önce şifa bulmasını diliyorum...
Muzaffer Ayhan Kara