“Tarikat yurdunda cinsel istismar” diye yazarak internetten küçük bir arama yapınız; karşınıza yüzlerce haber çıktığını göreceksiniz!
Bu haberler buzdağının görünen yüzüdür. Çok daha fazlasının çeşitli nedenlerden dolayı üstünün örtüldüğünden veya hiç açığa çıkmadığından şüpheniz olmasın.
Çok değil, bundan 40 - 50 yıl öncesinde Türkiye’de rastlanmayan manzaralardır bunlar. Cumhuriyet, gerçekleştirdiği büyük Aydınlanma Devrimiyle bu gibi melanetlerin kökünü tamamen kazımadıysa da önemli ölçüde etkisiz hale getirdi. Sonraki yıllarda her ne kadar Devrimde aşınmalar yaşandıysa da gene de 12 Eylül Amerikancı darbesine kadar tarikat ve cemaatler esas olarak yer altındaydılar ve etkisizdiler.
Atlantik kampına dahil olma, ölmekte olan Ortaçağ kurumlarına can suyu oldu. Çağımızda iki gericilik odağı emperyalizm ve Ortaçağ’ın kader birliği yapmış olmasının doğal sonucunu yaşadık. Son kırk yıl, Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığının derinleşmesinin tarihidir, tarikatlar açısından da “altın yıllar!” AKP iktidarı bu gelişmenin doruğudur. Bir tarikat ve cemaat koalisyonunun, iktidar makamlarını aralarında paylaştıkları aşamadayız.
Bu gelişmenin sonucu, altı yaşındaki çocuğun gelin edilmesi olayında somutlaşan Ortaçağ zihniyetinin hortlatılmasıdır. Ve altı yaşındaki çocuğun gelin edilmesinden daha da vahim olan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olay ortaya çıktıktan sonra günlerce susması, bu insanlık dışı olayı bile savunanların çıkabilmesidir.
EMPERYALİZMLE KADER BİRLİĞİ
Osmanlı, bir “Şeyhler dervişler müritler ve mensuplar ülkesi” idi. Atatürk, Osmanlı devletinin toplumsal yapısının, Ortaçağ’a özgü bir toplumsal yapı olduğunu bu cümleyle anlatmıştı.
“Şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar” ülkesinde “özgür yurttaş” yoktur, “kul” vardır. “Kul” düşünmez, “kul” kendi geleceği ile ilgili karar vermez. “Kul” varlığını, “Allah ile kendisi arasında aracı olan Şeyhe” teslim etmiştir. 19. yüzyılda, bir yanda tamamen böylesi ilişkiler içinde yaşamaya devam eden İslam dünyası, öte yanda gerçekleşen demokratik devrimlerin ardından sanayi toplumu aşamasına ulaşmış, “özgür birey”lerin kapitalist devletleri vardı.
20. yüzyılda, hala Ortaçağ ilişkileri içinde yaşamakta ısrar eden bir toplumun, gelişmiş kapitalist devletlerin boyunduruğu altına girmesi, köleleşmesi kaçınılmazdı. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında yaşayan Osmanlı aydınları bu gerçeği yaşayarak gördüler. Ülkelerinin adım adım, bir yandan ekonomik ve siyasi boyunduruk altına alınışını, diğer yandan askeri müdahalelerle parçalanarak sömürgeleştirilmek istenmesini gördüler. Ve bu gidişat içinde halife-padişahın şahsında somutlaşan, emperyalizmin ve Ortaçağ güçlerinin; ulusal kurtuluşçular karşısında nasıl işbirliği yaptıklarına da şahit oldular.
İşte bu koşullarda, emperyalizme karşı verdikleri Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştırdıktan sonra Kemalist Devrimciler, aynı kararlılıkla Ortaçağ kurum ve ilişkilerinin de üzerine yürüdüler. Tarikat ve cemaatleri 1925 yılında çıkardıkları bir kanunla yasakladılar. (30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle, türbelerin kapatılması hakkında kanun)
Elbette sadece bir yasakla sorunun çözülmesi mümkün değildi. Cumhuriyet Devrimi yıllarında yürütülen büyük aydınlanma hareketi, toplumumuzu Ortaçağın karanlığından çekip almayı hedefliyordu.
Ama bu Devrim tamamlanamadı. Kemalist Devrim; emperyalizmi kovarak tam bağımsızlığı elde etme, Ortaçağ kurum ve ilişkilerini kökünden kazıyarak gerçek ve tam demokrasiyi kurma hedefine tam olarak ulaşamadı ve karşı devrim yıllarında iki alanda da Türkiye geriye gitti. En sonunda geldiğimiz yeri bugünkü tablo ortaya koyuyor.
ŞEYHİN ÖNDERLİĞİ
Altı yaşındaki gelinin babası Hiranur vakfının kurucusu olan Yusuf Ziya Gümüşel İsmail Ağa Cemaatine bağlı. İsmail Ağa Cemaatinin şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu geçtiğimiz Haziran ayında vefat etti. Cenazesine bütün Hükümet, başlarında Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere neredeyse tam kadro katıldı.
Recep Tayyip Erdoğan, Ustaosmanoğlu’nun cenazesinde bir de konuşma yaptı: “Bugün ilim, irfan ve hikmet sahibi bir önderimizi ebediyete yolcu ediyoruz.”
Erdoğan’ın “ilim, irfan ve hikmet sahibi önderi”nin bir vaazında; “kız çocuklarınızı okula göndermeyin” şeklinde konuştuğuna dair video sosyal medyada dolaşıyor. Şeyh, “kız çocuklarınızı göndermeyin” derse, “mürit” de altı yaşındaki çocuğunu elbette evlendirir.
Böyle düşünen ve hareket eden kişilerin, ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından “önder” kabul edilmesi, bugün ülke ve millet olarak nasıl bir tehlike karşısında olduğumuzu yeterince açık bir şekilde gösteriyor.
Altını çizerek belirtelim: Türkiye için, Cumhuriyet Devrimi kanunlarını kararlılıkla yeniden uygulamak dışında bir çıkış yolu yoktur.
2023 yılında yapılacak “kader seçimi”ne doğru giderken bütün yurttaşların, önlerine çıkacak Cumhurbaşkanı adaylarının ve siyasi partilerin, altı yaşındaki çocuk gelin olayını kınamalarının ötesinde tarikat ve cemaatlerin kapatılmalarından yana olup olmadıklarına bakarak karar vermeleri gerekiyor.
Herşeyden önce kendi çocuklarının geleceği için…