Ahmet Arif, 68 kuşağının dilinden düşürmediği ünlü şiirini iki dize ile bitirir: “Tütünsüz uykusuz kaldım / Terketmedi sevdan beni”. Hüsnü Arkan’ın 1980 adlı şiiri de şöyle başlar: “Sigaramın dumanına sarsam saklasam seni”. Nadir Göktürk’ün bestesiyle müzik dünyasına armağan ettiği bu dizeler ülkemizin en sevilen parçalarından biri olmuştur. Bulgar yazınının önemli adı Dimitir Dimov, Türkçeye “Sarı Dünya” adıyla çevrilen iki ciltlik “Tütün” romanında tütün üretimi üzerinden Bulgaristan’ın kapitalizmden sosyalizme geçişini anlatır. Dünyaya yayılan bu sihirli zehir her saniye, her dakika, her saat binlerce can almasına karşın evimizde, işyerimizde, edebiyatımızda, şarkılarımızda yerini korumayı sürdürüyor. Tütünü, Amerika’da “Barış çubuğu” tüttüren Kızılderililerde gören İspanyol denizciler Avrupa’ya getirdiler. Kısa sürede Osmanlı sınırlarına girdiğini söylemek yanlış olmaz. İlk üretim Milas’ta yapıldı. Hızla Selanik, Kavala, İskeçe ve Makedonya’nın tümüne, o zaman adı Tuna Vilayeti olan Bulgaristan’a, Halep ve Lazkiye’ye, Ege’ye, Marmara’ya, Karadeniz’e, güney ve doğu Anadolu’ya yayıldı. Kıyılmış tütünün kâğıda sarılmasıyla üretilen ve dumanı çekilerek tüketilen nesnenin adı sigaraydı. Artık sigaranın ekonomik hatta siyasal değeri vardı. Anadolu ve Balkanlarda yetişen tütün özeldi ve nitelikliydi. Küçük yaprakları ince dokuluydu. Sarıdan portakal ve kahverengiye uzanan renkleriyle göz kamaştırıyordu; yumuşak içimliydi, çok belirgin tat ve kokuya sahipti. Ona şark tütünü, oriental tütün adı verilmişti ve dünya ölçeğinde değeri vardı; önemli bir ihracat kalemiydi. Tarımda tütün üreticisi denilen köylü/emekçi kitlesi oluşmuştu. Tütünden alınan vergiler devletin önemli gelir kaynaklarındandı. Osmanlı dış borçlarını ödeyemez hale gelince İkinci Abdülhamit 1881’de ünlü Muharrem Kararnamesini yayınladı. Buna göre alacaklı olan yabancı ülkeler adına Düyunu Umumiye (Genel borçlar) denilen bir şirket kurulmuştu. Bu açıkça devlet içinde devletti. Osmanlının tuzdan, gümrüğe uzanan gelirlerini o toplayacak alacaklarını bu şekilde tahsil edecekti. Tütüne gelince… Onun için ayrı bir “Reji İdaresi” oluşmuştu. Tüm üreticiler tütünlerini rejinin saptadığı fiyatla ona vermek zorundaydılar. Dışarıya sattıkları zaman kaçakçı konumuna giriyorlardı. Tütün kaçakçılığını önlemek üzere Reji silahlı, jandarma benzeri bir örgüt kurmuştu. Neferlerine “Kolcu” deniyordu. Kovaladıkları köylülerin adı da “ayıngacı” idi. Reji idaresi İzmir, İstanbul ve Samsun’da sigara fabrikaları kurarak işletmeye başlamıştı. Tütünü üreticiden ucuz fiyata ve zorla alarak kârına kâr katıyordu. Kurtuluş savaşı bitip Cumhuriyet kurulunca devlet 1925 yılında reji idaresini satın aldı. 1932’de tütün, alkollü içkiler ve tuz devlet tekeline alındı. Artık piyasada Bafra, Birinci, Bahar, Yenice, Gelincik, Yeni harman markalı sigara paketleri boy gösteriyordu. Tütün, Tekelin özelleştirilmesine kadar önemli ihraç ürünüydü. Bugün dillere pelesenk olduğu gibi tam anlamıyla yerli ve millîydi! *** Yeşilay’ın beyaz ekranda yayınladığı kamu spotları gerçekten etkileyicidir. Basketbol oynayan gençler birer birer kayboluyorlar. Ortada sadece bir çocuk kalıyor. Arkadan bir ses duyuluyor: “Kaybettiklerimiz… Onlar kazanırken biz kaybediyoruz! Çok uluslu şirketler yılda 700 milyon dolar kazanırken dünyada yedi milyon insan ölüyor!” Gelelim çok uluslu sigara şirketlerinin ülkemize giriş öyküsüne… 1973 yılında Şili’de yapılan faşist darbe ile ABD ülkeyi neoliberal lâbaratuvara dönüştürmüştü. Teorisyeni Nobel ödüllü iktisatçı Milton Freidman’dı. Neoliberal model ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher iktidarlarıyla dünyaya yayıldı. 1980’de ülkemizdeki darbe de aynı amaçla yapılmıştı. Cunta, ekonominin başına Turgut Özal’ı getirmişti. O daha sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı olacaktı. Artık Türkiye küreselleşme hortumunun altındaydı. ANAP hükümeti 1984 yılında yabancı sigara ithaline başladı. 1986’da ise devletin tütün tekeline son verildi. Artık Bafra, Yenice, Gelincik taca atılmıştı. 1991’de yabancı şirketlere sigara fabrikası kurma izni verildi. Gün, Best, Camel, Salem, Winston, Philip Morris ve Malbro markalarının günüydü! Tekel idaresi Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 5 Şubat 2001 günlü kararıyla özelleştirme kapsamına alındı. 3 Kasım 2002 günü yapılan seçimlerde AKP iktidara gelmişti. AKP hükümetleri özelleştirme piyasasına fırtına gibi girmişti. Maliye Bakan Kemal Unakıtan “Babalar gibi satarım” cümlesiyle tarihe geçiyordu. Cumhuriyetin seksen yılda yurttaşlarının dişinden tırnağından artırdığı vergilerle kurduğu seksen yıllık tesisler sanki babasının malıydı! “Bir tek çivi çakılmadı” diye hor gördükleri Cumhuriyet döneminin mirasını hayırsız evlat gibi har vurup harman savurmaları da işin acıklı tarafıydı… 22 Şubat 2008 günü gerçekleşen ihalede Tekelin kent merkezlerindeki Adana, Malatya, Tokat, Bitlis ve Samsun sigara fabrikaları değerli arsalarıyla birlikte Yabancı BAT şirketine bir milyar yedi yüz milyon dolara satıldı. Bu fabrikalardan sadece Samsun Ballıca’nın yıllık kârı 600 milyon liraydı. Ballıca’nın dört yılı kârı karşılığında beş fabrika arsalarıyla birlikte yabancı şirkete verilmiş oldu. Ayrıca bu satışta toplumun bilgisinin dışında alıcıya kıyak yapılmıştı. Stoktaki işlenmiş A grad ve B grad tütünlerin 25 bin tonu da şirkete hediye edilmiş oldu. 2002 yılında 400 bini aşkın işçi sayısı 2008 yılında 194 bine düşmüştü. ABD ve AB’de yasaklar ve yasal düzenlemeler nedeniyle Pazar payını yitiren uluslararası şirketler üçüncü dünya ülkeleri ve Türkiye’ye yöneldiler. 2019’da AB ülkelerinde en fazla sigara içilen ülke %29 ile Bulgaristan oldu. Türkiye’de ise bu rakam %27, AB’de % 18 civarındaydı. Yabancılar, özel koruma ve vergi indirimleriyle ülkemiz pazarının yüzde yetmişini ellerine geçirdiler. 600 bin üretici aile 210 bine, tütün üretimi 300 bin tondan 90 bin tona, çalışan sayısı 45 binden 13 bine düşmüştü. Üreticiler sözleşmeli olarak tüccarların insafına bırakılıyordu. Türkiye en büyük tütün ihracatçı ülke sıfatını yitirmişti. Amerikan harmanı sigaralarda kullanılan Virginia ve Burley tütünü ithaliyle yılda 200 milyon civarındaki dolarlar yurt dışına gidiyordu. 2002’de 400 bin ton tütün üretilirken bu rakam 2021’de 79 bine, 2022’de 74 bine kadar düştü. İhracatımızı 52 milyon 42 bin 263 kilogramken, ithalatımız 258 milyon 79 bin 418 kilograma çıktı! Tütünü dışarıdan alıyoruz, karşılığında milyonlarca doları Bulgar ve Amerikan üreticisine veriyoruz. Tüm bunlardan çıkan sonuç Osmanlıdaki Reji İdaresinin yerini bugün uluslararası tütün şirketlerinin aldığı gerçeğidir. Bu yıl komisyonda başlayan bütçe görüşmelerinde Adıyaman Milletvekili Abdurrahman Tutdere “Ticaret Bakan Yardımcısı BAT’ın CEO’su olursa Türk tütün üreticisinin lehine karar alır mı?” dedi. Bakan Yardımcısı Rıza Tuna Turagay, Biritch American Tobacco (BAT) şirketinin yönetim kurulu üyesi iken, 17 Ocak 2019’da bakan yardımcısı olduktan sonra bu görevinden ayrılmış. Yandaş basının sıkça kullandığı “vesayet” sözcüğü var ya? Bu sözcük en çok piyasayı elinde tutan uluslararası tütün şirketlerine yakışıyor. Artık vesayet sahibi onlar! Halkımız da hangi kanalı açarsa açsın Yeşilay’ın kamu spotuyla karşılaşıyor: “Onlar kazanıyor biz kaybediyoruz!” Yazının sonuna geldik. Okurlara soruyorum. Tütünümüz kimlerin elinde? Yerli ve millîlerin mi? …Yoksa gayri millîlerin mi?