Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurudurlar. Yasalarda yer alan bu kural demokratik düzenin olmazsa olmaz koşuludur elbette. Bu konuda kamuoyunda en küçük bir itiraz söz konusu değildir. Ama bir başka gerçek de ortadadır. Partilerin kendi içlerinde demokrasi yoksa o ülkede demokrasinin sağlıklı olduğu söylenebilir mi? Vücudun en küçük yaşam ünitesi ve canlının en küçük yapı birimi hücre ise partilerin de yapı birimi üyelerdir. Üye yoksa parti de yoktur! Bu nedenle partilerin içinde üyelerin konumu, durumu ve işlevi o partideki demokrasi varlığının göstergesidir. Ülkemizde partiler üyeliği bu anlamdan uzaklaştırıp birer gösteri aracı olarak kullanmaktalar. Bu da üyeliğin amacını çarpıtmakta ve işlevini ortadan kaldırmakta… Birkaç örnek sıralayayım. Ocak 2023 itibariyle AKP’nin üye sayısı 11 milyon 241 bin 230, CHP’nin 1 milyon 369 bin 430, İYİ Partinin 617 bin 513, MHP’nin 464 bin 092 rakamlarıyla ifade edilmekte. Bu kadar yüksek sayılara ulaşan üyelerin sağlıklı olması mümkün mü? Zaten partilerin tamamı da bunun farkındadır. Üyelerin sağlıksız olması onları ister istemez delege sistemine yöneltmektedir. Siyasi Partiler Kanunu da buna göre şekillenmiştir. O zaman üyeleri güdümüne alan delege ağaları ortaya çıkmakta ve onlar partilerde tek söz sahibi olmaktalar. Özellikle rantın öne çıktığı metropollerdeki iç göçten yararlanan politika esnafı kente tutunmaya çalışan evsiz, işsiz, mesleksiz lümpen proleterya üzerinden siyasi rant devşirmekteler. Bu çaresiz kent yoksulları görmüşlerdir ki partilere üye olduklarında delege seçimlerinde kullandıkları oylar, genel seçimde kullandıkları oylardan çok daha değerlidir. Bu sayede çıkan aflarla gecekondusuna tapu alabilmekte, yerel yönetimlerde işini gördürebilmektedir. Hal böyle olunca olaya sınıfsal bakma, sınıfsal çözümler getirme yerine etnik, mezhepsel ve hemşerilik tercihleri öne çıkmaktadır. Delege seçimlerinden önce görülen naylon üyeler bu durumun dramatik örneğidir.
Bakmayın siz partileri yöneten oligarşik yapının arada bir yakınmalarına… Aslında bundan şikayetçi değillerdir. Anlaşarak kaç kez Anayasa değiştiren partilerin sadece salt çoğunlukla yenilenecek 12 Eylül armağanı Siyasi Partiler Yasasına el sürmemeleri bunu kanıtlamıyor mu? Delegelerle yapılan ilçe ve il kongrelerinin ve Kurultayların sonucu önceden bellidir. Neden mi? Çünkü yerel yönetim egemenleri delege seçimlerinden kongrelere uzanan dilimde istedikleri sonucu almış ve Kurultay delegelerini oligarşiye sunmuşlardır. Üye ve delegelerin işi kongre ve kurultaylarda sona ermiştir. Milletvekili ve belediye başkanları seçimi onların değil oligarşinin işidir. Oligarşi vali veya kaymakam kararnamesi biçiminde milletvekili ve belediye başkanlarını belirleyecek, atayacaktır! Bunun adını “saadet zinciri” koydum. Bu zincir kırılmadıkça parti içi demokrasi olmaz. Sonuçta orta doğu tipi bir demokrasinin kısır döngüsü siyasal yaşamımıza egemen olur.
14/28 Mayıs seçimlerinden ağır bir yenilgiyle çıkan ana muhalefet partisinin, yetkili organlarıyla, il ve ilçelerden oluşan bölge toplantılarıyla sonuçları değerlendirerek yanlışları saptayıp, umutlarını yitirmiş, öfkeli kamuoyuna mesaj vereceğine yapay bir değişim/yenilenme mücadelesini yeğlediğine tanık oluyoruz. Sonuçlar belli olur olmaz siyasi etik, görgü ve uygar davranışla istifa etmesi gereken genel başkanın yeni bir yönetim oluşturarak tüzük ve program yapımına giriştiğini görmekteyiz.
Başa dönersek sağlıksız bir üye yapısından parti oligarşisi neden memnun olur? Çünkü bu gerekçe ile adayların yargı denetiminde örgüt tarafından belirlenmesinin önüne geçilir. Artık meydan onlarındır. Milletvekilleri Belediye başkanları artık onlar tarafından atanacaklardır! Bakın Sayın Kılıçdaroğlu kendi oluşturduğu ve seçimden sonra görevden aldığı çalışma arkadaşlarına ne diyor? “Ben kampanyada koştururken onlar yakınlarını milletvekili listelerine doldurmuşlar!” Bundan hazin, bundan acı bir itiraf olabilir mi? Ömrünü parti için harcamış, her türlü özveriyi göstermiş örgüt emekçileri yerine eş dosttan oluşan kadrolar milli iradeyi temsilen meclise girecekler! Bu mu parti içi demokrasi? Bu mu adalet, bu mu ehliyet, bu mu liyakat? Pekiyi girmek için can attığımız AB ülkelerindeki partilerin üye durumu bize benziyor mu; bir bakalım. Okuyucuları meşgul etmemek için iki örnekle yetineceğim. Yunanistan’da PASOK Genel Başkanı Yorgo Papandreu’nun istifası üzerine parti içinde seçim yapıldı. Tek aday Evangelos Venizdelos olmasına karşılık ülkeye 1.074 sandık konuldu. Oy kullanan her üye masraflar için iki Avro ödedi. 236 bin 151 üye oy kullandı. Venizelos 230 bin 105 oyla yeni genel başkan seçildi. (18 Mart 2012)
İngiltere’de Başbakan ve Muhafazakâr Parti Genel Başkanı Boris Johson’un istifasının ardından yeni gelecek ismi 142 bin parti üyesi belirledi. 81 bin 326 oy Liz Truss’a, 60 bin 399 oy da Sunak’a çıktı. Böylece Liz Truss Başbakan ve Muhafazâkar Parti Genel Başkanı seçildi. (5 Eylül 2022) Dikkatinizi çekerim, koskoca İngiltere iktidar partisinin üye sayısı taş çatlasa iki yüz bini geçmiyor. Çünkü görevini yerine getiren, ödentilerini aksatmayan, eğitim alan üyelerden oluşan bir parti görüyoruz. Sosyalist, sosyal demokrat, merkez, yeşiller… Bunların hepsi parti başkanlarını ve organlarını sağlıklı üyelerle belirliyorlar. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu önseçim konusuna bir sonraki yazımda değineceğim.