Günümüzde insanlığın çektiği sıkıntıların, hatta savaşların gerçek kaynağı neoliberalizm denilen ekonomik sistemdir. Lenin “Kapitalizmin Son Aşaması: Emperyalizm” adlı kitabında konuyu enine boyuna incelemiştir. Lenin’e göre kapitalizmin ulaştığı en yüksek basamak emperyalizmdir. Kapitalist devletler kendi çıkarları doğrultusunda pazar bulma amacıyla başka uluslara müdahale etmektedirler.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının nedenleri irdelendiğinde bu savın haklılığı ortaya çıkar. Osmanlı İmparatorluğunun yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin paylaşımı için 1914-17 yılları arasında gerçekleşen ilk dünya savaşı bunun somut göstergesidir. Yenilen Osmanlı’ya dayatılan Sevr anlaşmasını yok sayan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarıya ulaştırdığı İstiklâl Harbi de dünyada ilk kez başarıya ulaşmış antiemperyalist kavga olarak tanımlanmaktadır.
İki büyük savaş sonunda da çizilen yapay sınırlar dünyaya barış getirmemiştir. Emperyalizmin Avrasya ve Afrika’dan elini çekmemesinin nedeni de kapitalist devletlerin çıkarlarıdır. 20. Yüzyıldaki Soğuk Savaş sonrası günümüzde devam eden enerji kaynaklarına el koyma çekişmesinin nedeni de hiç kuşkunuz olmasın aynıdır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bunun en somut örneğidir.
1917’de Rusya’da gerçekleşen Bolşevik devriminin kuramcısı nasıl Karl Marks ise, 1970’lerde ete kemiğe bürünen neoliberal uygulamalara damga vuran da Milton Fredman adlı ekonomisttir. Bu isim üzerine mercek tutmakta yarar var. Fredman Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan ABD’ye göç eden bir Yahudi ailenin çocuğu olarak 1912’de dünyaya geldi. Ekonomi öğrenimini tamamladıktan sonra iktisat teorisi okutmak üzere Şikago Üniversitesi’ne atandı. Otuz yıllık akademik kariyerini burada geçirdi. Serbest piyasa ve sıkı para politikasına önem veren, piyasaya ve sosyal politikalara hiç karışmayan devletin ekonomiden elini çekmesini savunan doktrin sahibi olarak ün yaptı. Sonradan adına “Şikago Çocukları” verilen bir ekonomist kuşağın yetişmesine ön ayak oldu.
En önemli kitabının adı Kapitalizm ve Özgürlük olmasına karşı, özgürlükler konusundaki sicili hiç de parlak değil. Lyndon Johnson’a karşı seçimi kaybeden Cumhuriyetçi aday Senatör Barry Goldwater’in ekonomi danışmanı oldu. Golwater Amerika’da aydınlara ve sanatçılara kara günler yaşatan komünist avcısı Mc Carty’nin hayranıydı. Mc Carty istenmeyen adam haline geldiğinde onu kınamayı reddeden 22 Kongre üyesinden biriydi. Fredman’a 1976’da Nobel ödülü verildi. 1980’de Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Ronald Reagan’ın danışmanlığını yaptı. Seçilince başdanışmanı oldu. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra serbest piyasa düşüncesinin yayılmasını sağlayan büyük bir doktriner olarak övgüler aldı.
Fredman, görüşlerini faşist Pinoşe’nin Şili’sinde yaşama geçirdi. Stadyumlara doldurulan insanlar, her geçen gün artan faili meçhul cinayetler, kayıp listeleri umurunda değildi. Fredman’ın özgürlükten anladığı ABD şirketleriyle işbirlikçilerine sunulan kamu olanaklarından ibaretti. Özelleştirmeydi, çalışanların gelirlerinin kısıtlanmasıydı.
Fredman’ın Şikago Üniversitesi’nde yetiştirdiği Şili ve Güney Amerikalı bir grup ekonomist Chicago Boys (Şikago çocukları/oğlanları) tanımıyla ün yaptı. Bu oğlanlar ülkelerine döndüklerinde başta Şili cuntası olmak üzere çok sayıda Güney Amerika devletinin hükümetlerinde görev aldılar. Bir başka Nobel ödüllü ekonomist Amartia Sen, bunların uygulamakta olduğu ekonomik politikaların Güney Amerika halklarının ezilmesi pahasına ABD şirketlerinin çıkarlarına hizmet etmeyi amaçladığını söylemiştir. Firedman’ın neolibaral görüşleri sadece Şili ve Güney Amerika ülkelerinde değil Muhafazakâr ABD Başkanı Ronald Reagan’ın ABD’sinde ve Muhafazakar Başbakan Margaret Tharcer’in İngiltere’sinde yaşam buldu.
Ülkemize gelince, Başbakan Demirel’in Başbakanlık Müsteşarlığı ve DPT Müsteşar vekilliğine atadığı Turgut Özal 24 Ocak 1980’de ilân edilen kararların mimarıydı. 24 Ocak kararlarına göre devletin elindeki kurumlar özelleştirilecekti. İşçi ve memurlara yapılan zamlar dondurulacak, köylülere verilen destek sonlandırılacak, tütün, pancar gibi ürünlere kotalar konulacaktı. Karar açıklanınca merhum Ecevit olacakları görmüştü: “Bu ekonomik model mevcut siyasal modelle gerçekleşmez.”
12 Eylül 1980 faşist darbesi 24 Ocak kararlarını yaşama geçirmek için yapılmıştı. Şili’deki modelin ikiziydi! Şili yerine Türkiye, Pinoşe yerine Kenan Evren geçmişti. Turgut Özal, Bülent Ulusu darbe hükümetinde ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısıydı. İşçilerin, memurların, köylülerin esnafın özetle dar gelirlilerin kara günleri başlıyordu. Gün sermayenin günüydü. Durumu işveren örgütlerinin sözcüsü Halit Narin çok güzel özetliyordu: “Şimdiye kadar onlar güldü biz ağladık. Şimdi gülme sırası bizde!”
Özal’la başlayan, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Kemal Dervişle devam edilen neoliberal politikalar kesintisiz sürdürüldü. 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP de bunların sadık izleyicisi oldu. Devletin kurumları haraç mezat satıldı. Devlet Bakanı Ali Babacan Tekel özelleştirmesinde önemli olanın verilen teklifin miktarı değil hükümetin özelleştirmeye bakışı olduğunu söyleyerek “Hükümet özelleştirme istiyor mu? Büyükçe bir evet. Özelleştirme illâki olacak” diyordu. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise “Babalar gibi satarım” tekerlemesiyle ün yapıyordu.
O günden bu yana geçen 20 yılda Müslüman Kardeşler sosuna bulanarak uygulanan neoliberal politikalarla yaşıyoruz. Devletin ne kadar kurumu varsa satıldı. Sendikal hak ve özgürlükler kâğıt üstünde kaldı. Dünya Bankası tarlasını ekmeyen köylülere para dağıttı. Tarımsal destekler kısıldı. İşçilerin, memurların, esnafın feryadı yeri göğü inletiyor. Bulgaristan kadar toprağımız tarım dışında kaldı. Zam yağmuru hiç dinmiyor. Ve halk Rusya’dan Ayçiçek yağı getiren gemileri bekliyor!
Özetle emperyalizmin kaynağı neoliberalizm az gelişmiş, geri bıraktırılmış ülkelerde egemen. Dünya halklarını baş belâsı! Fredman sanki hortladı. Bulutlar arasında elinde tırpanla onun hayaletini görüyoruz!
Bu belâdan kurtulmanın yolları var elbette. İnsanlık ve ülkemiz mutlaka esenliğe çıkacak. Nehirler tersine akıtılamaz çünkü…