Sayın Kemal Kılıçdaroğlu yeni genel başkan olmuştu. Ben de grup başkanvekili görevimi sürdürüyordum. AKP’nin meclise getirdiği bir yasa önerisi hakkında kendisini bilgilendirmek üzere odasına girmiştim. İkimizden başka kimse yoktu. Konuşmam bitince bir süre durmuş ve aniden başka bir konuya geçmişti. “CHP yüzde yirmi ile yirmi beş bandı üzerinde gidip gelen bir oy gücüne sahip” deyince “Doğrudur” yanıtını vermiştim. Konuşma devam ediyordu: “Ama bizim iktidar olmamız gerekiyor.” “Elbette efendim.” “O zaman sağdan oy almamız lâzım. Başka çare yok!” Burada müdahale etmiştim: “Doğru ama eksik…” Neresi eksik anlamında yüzüme bakarken cümlemi tamamlamıştım. “Bunun için çok ince ayar, çok zor bir politika izlemek gerekiyor. Yani Atatürkçü, lâik, cumhuriyetin temel değerlerine duyarlı klâsik CHP oylarını kilitleyeceksiniz. Onlar bir yere kaçmayacak. Siz de üstüne sağ oyları ilâve edeceksiniz. Bu tehlikeli oyun sonunda çarşıdaki pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz!” İkimiz arasındaki bu konuşma sır değildi. Sayın Genel Başkan bu düşüncesi her yerde söylemeye başladı. Peşinde hızla çarşıda pirinç aramaya başladı. Keşan baldosu mu dersiniz, Osmancık mı, Jasmin mi, Basmati mi? Her tür pirinç onun için makbuldü. Satın almakla kalmadı, dükkân sahiplerini kendine ortak etti. Herkes bu garip alışverişi dikkatle izliyordu. Evdeki bulgur ise kaliteliydi. Genetiğiyle oynanmamış ata tohumu Siyez buğdayından üretilmişti. Uzun ömürlüydü, dirençli ve dayanıklıydı. Çarşıdaki alışverişe karşın sabırla çuval içinde bekliyordu. Tahminlerin aksine çabuk bozulmuyordu. Sayın Kılıçdaroğlu bu durumu saptamıştı ve onun için rahat hareket ediyordu. *** Sayın Kılıçdaroğlu, her seçim bıkmadan usanmadan, bazen koşa koşa, bazen ayak sürüyerek sandığa giden oy kitlesinin sabrını sınava tutuyordu adeta. CHP’nin geçmişiyle hesaplaşmasından, “AKP iktidarına karşı mücadele ederken, kendimi 1940’ların CHP iktidarına karşı mücadele ediyormuş gibi hissediyorum” cümlelerine uzanan gelişmeleri mahalle sakinleri hayretle izliyordu. 22.09. 2010 günü Türk ve Alman gazetecilerine “Bugün için lâikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum” diyor, 26 Ocak 2012’de cemaat kılıcının en keskin olduğu dönemde Zaman Gazetesi’ne “Yargı içinde şöyle böyle kadrolaşma demeyi doğru bulmuyorum” demecini veriyor, 24 Eylül 2010 günü Cumhuriyet Gazetesi’nden Utku Çakırözer’e “Lâiklik elden gidiyor politikasını izlemek doğru değil” diyebiliyordu. FETÖ örgütüne üyelik ve savıyla hüküm giyen, üniversiteden çıkarılan, yurt dışına kaçan danışmanlar mı dersiniz, Bursa’dan meclise sokulan ve şu anda kırmızı bültenle aranan ve Pensilvanya’da danışmanlık yapan vekiller mi dersiniz… Yapılacak 24 Ağustos 2014 seçimleri için şapkadan çıkan tavşan sürpriziyle açıklanan aday Ekmeleddin İhsanoğlu, CHP grubunda tepkiler doğurmasına ve elli eski CHP parlamenterinin uyarılarına rağmen ısrarla korundu. CHP’li seçmenin sandığa “tıpış tıpış” gideceği söylendi. Sonuç hüsrandı. Ülke beş yıl daha tek adama teslim edilmişti. 24 Haziran 2019 seçimleri gelip çattığında Sayın Kılıçdaroğlu’nun adayı Abdullah Gül’dü. Ama üzerinde tam bir mutabakat olmayınca Gül çekildi. Çoklu aday ve “Gel bakalım Muharrem” olayı. Yine yenilgi, yine hüsran… Tek adama adama bir beş yıl daha yol açılıyordu. CHP seçmeni mahzun biçimde köşesine çekilmişti. Kılıçdaroğlu çarşıda pirinç aramaktan vazgeçmiyordu. Dolaşmadığı dükkân kalmamıştı. 18 Mayıs 2021 tarihli Serbestiyet Gazetesine şunları söylüyordu: “Kadın vaizlerle (vaizeler) görüştüm. Kendilerini muhafazakâr olarak yorumluyorlar. Siz muhafazakâr filan değilsiniz. Asıl muhafazakâr olan biziz. Biz değişmemek için yerimizde duruyoruz. Siz değil biz değişime karşıyız.” 14/28 Mayıs 2023 seçimlerine bu anlayışla girildi. Olan biteni biliyorsunuz. Yinelemeye gerek yok. 14 Mayıs yenilgisinden sonra rota değiştiren Kılıçdaroğlu siyasi tarihin ibret sayfalarına geçecek gizli protokolü Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ’la imzaladı. Daha çok yükümlendiği İçişleri ve iki bakanlık tartışılıyor. Ama asıl acı olan Cumhuriyetin kurucusu ve ilkelerinin koyucusu CHP’nden Anayasanın ilk dört maddesine sadakat taahhüdünün istenmesi ve imzaya bağlanmasıdır. CHP seçmeninin her şeyden üstün tuttuğu onurunun kırılmasıdır. İkinci tur için hayretle ve dehşetle sandığa giden CHP seçmeni bu görevini de bağrına taş basarak yerine getirdi. Ama bir beş yıl daha altın tepsiyle siyasal yaşamının an zayıf, güçsüz günlerini yaşayan tek adama armağan edildi! Toplam üç seçimde on beş yıl heba edildi. *** CHP seçmeni buruk, mahzun, gönlü kırık biçimde bekliyor. Yukarılardaki kayıkçı kavgasını, sen ben itişmesini öfkeyle izliyor. Siyez bulguru gibi dayanıklı ve bir türlü genetiği bozulmamış bu eli öpülesi kitleye biraz saygı duyun. Cumhurbaşkanı adayı, yardımcıları, önceden açıklanmış bakanlıkları ile kazansaydınız kahraman olacaktınız. Ama kaybettiniz. Hâlâ koltuklarda direnmenizin hiçbir nedeni yok. Ünlü özdeyişi bir kez daha anımsatırım: “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz!”
Siyez bulguru yerinde duruyor. Sabırsız, umarsız, yılgın ve öfkeli… Onu ancak Atatürk’ün antiemperyalist ve tam bağımsız dış politikasına, planlı karma ekonomiye, lâik, demokratik ve hukukun üstünlüğüne inanan bir aşcı kadrosu pilava dönüştürebilir ve halka dağıtabilir. Galiba gerçek Halil İbrahim sofrası budur!