Sade ülkemizi değil dünyayı sarsan depremin yürek yakan görüntüleri hepimizi derinden etkilerken CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal aramızdan ayrıldı. Depremle ilgili bin bir soru beynimizde cirit atar ve cenazeler toprağa verilirken Baykal’la ilgili yazmak çok zor. Deprem evlerde, okullarda, dükkanlarda kısaca her yerde tek gündem maddesi çünkü. Bu travmayı atlatmamız galiba olanaksız. Ancak siyaset dünyamızın önemli bir figürünü, önemli bir siyaset ve devlet adamını es geçmek de büyük haksızlık. O günleri yaşamış bir politikacı ve yazar olarak bu konuyu ıskalamam yanlış olur kanısındayım. Geçen yazımda 12 Mart 1971 depreminin ülkemizi ve CHP’ni nasıl sarstığını anlatmaya çalışmıştım. 14 Ekim 1973 seçimlerinden sonra parlamentoya giren politikacılar deprem sonrası çadıra çıkan afetzedeleri andırıyordu. Uzun süre hükümet kurulamadı. Çiçeği burnunda milletvekilleri olarak kuliste hiçbir şey yapmadan bomboş oturuyorduk. Canımızın sıkıldığını da söylemeye gerek yok! Ecevit’in temsilcisi olarak Baykal’ın, Erbakan’ın temsilcisi olarak da Asiltürk’ün ortak hükümet görüşmeleri yaptığından habersizdik. Nihayet seçimler üzerinden geçen yüz iki gün sonra, 26 Ocak 1974 tarihinde, CHP-MSP hükümetinin kurulduğu açıklandı. Hükümetin iki mimarından biri Deniz Baykal Maliye, diğeri Oğuzhan Asiltürk İçişleri Bakanı olmuşlardı. Daha sonra gerçekleşen siyasal olayları sıralayacak değilim elbette. Bunlar bir köşe yazısı değil ancak kitap konusu olur. “Filmi Geriye Sarınca” adlı anılarımda bu tür gelişmeleri anlatmaya çalışmıştım. Şimdiye kadar Deniz Baykal’ın CHP’den ülke politikasına nasıl sıçradığı ve rol aldığı süreci yazdım. Bundan sonra kişisel değerlendirmelerimi sıralamak istiyorum. Deniz Baykal kadar üzerinde spekülasyon yapılan politikacı azdır. Yeminli diyeceğim karşıtları ve her koşulda ona hak veren dostları vardır. Özetle Baykalcılar ve anti Baykalcılar! Baykal aramızdan ayrıldığına göre bu konularda soğukkanlı ve nesnel değerlendirme yapmanın sırası gelmiştir kanısındayım. Çünkü bu tartışmalar artık güncel siyasetin değil siyasal tarihin konularıdır. Birkaç somut örnek vermek isterim. Başbakan Erdoğan Ergenekon davasına canhıraş biçimde sahip çıkar ve “Ben bu davanın savcısıyım” derken Baykal da bu cümleye kısa ve öz yanıt vermiştir. “Sen savcısı isen ben de avukatıyım!” Çok net biliyorum; hem de hukukçu bazı arkadaşlar “Olur mu hiç” diyorlardı. “Görülmekte olan bir dava hakkında beyanda bulunmak!” Aradan zaman geçti, FETÖ cerahati 15 Temmuz’da patladı. Ergenekon, Balyoz savcı ve hâkimleri hapse girdiler. Olayı değerlendiren bazı kişiler “Bu davanın savcısıyım” diyen Erdoğan’ı eleştiriyor, “Avukatıyım” diyen Baykal’ı es geçiyorlardı. Çünkü bu yanıt artık değer kazanmıştı! Baykal siyasal yaşamındaki hatalardan birine daha yol açtı ve küçük yerel seçim hesaplarıyla çarşaflı kadınlara altı ok rozeti taktı. Kıyamet koptuğunu söylemeye gerek yok. Hem de bu tepkiler kamuoyunda haklı bulunuyordu. Yine köprülerin altından sular aktı. Baykal artık genel başkan değildi. TBMM’ne iki türbanlı milletvekili girdi. Çarşafa şiddetle tepki gösterenler ortada yoktu! Anlaşılan onların sorunu lâiklik değil Baykalmış! Bence Baykal’ın en büyük hatalarından biri AKP’den tercüme edilerek CHP’ne monte edilen tüzük değişikliğidir. Kurultayın seçtiği Parti Meclisi üyeleri içinden genel başkan karpuz seçer gibi genel başkan yardımcılarını seçecek ve bunları azil yetkisi olacak! Parti içi demokrasinin köküne kibrit suyu ekecek bu taslağa Baykal’ın kendi seçtiği hukukçulardan oluşan komisyon üyelerinin Baykal Tüzük Kurultayını toplayarak taslağı tüzük maddesi haline getirmişti. O gün maddeye haklı olarak karşı çıkanlar bugün yalnızlar. Baykal’ın uygulamaya fırsat bulamadığı tüzük maddesi bugün yürürlükte ve çatır çatır uygulanıyor. Baykal’ın her icraatına karşı çıkanlar bu konuda anlamlı bir sessizlik içinde! Sadece parti içi değil genel kamuoyu da sessizlik içinde… *** Bu örnekleri sıralayarak yapılacak tartışmaların sonu gelmez. Kanımca Baykal’ın devlet adamı olarak Bakanlıklarında yaptığı uygulamalara bakmak gerek. 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Barış Harekâtı başlamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Kissinger ve yardımcısı Sisco’nun çabalarına karşı Ecevit Hükümeti kararlıydı. Karşımıza çıkan engellerin başında hava kuvvetlerinin çektiği akaryakıt sıkıntısı geliyordu. Maliye Bakanı Baykal hükümet adına Libya’ya gitti. Başbakan Callut’la görüşerek sorunu çözdü. Kaddafi T.C. Hükümetine her konuda destek sözü veriyordu. Baykal’ın Enerji Bakanı olarak yaptığı uygulamalar tartışılabilir. Ama üstü örtülen bir gerçek, bakanlığa bağlı büyük işyerlerinde imzalanan toplu sözleşmelerde emekçilere verilen haklardır. Örneğin Zonguldak maden işçileri için yetkili sendikayla imzalanan sözleşme bugün için söz konusu bile olamaz. İşçilerin haklı olarak Başbakan Ecevit’i sahip gördükleri sözleşmenin altında Enerji Bakanı Deniz Baykal’ın imzası vardır. Yunanistan’la aramızda neredeyse savaş çıkaracak Kardak kayalıkları olayında Baykal DYP-CHP Hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanıydı. Baykal’ın aktif tutumu ve hükümetin kararlılığı sonunda istediğini elde eden T.C. oldu. Bugün Lozan Antlaşmasında kimliği belirlenmeyen “Gri adalar” Yunanistan’ın işgalinde. Yunan generaller buralarda Anadolu’ya bakarak kuzu çeviriyorlar!
3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP Hükümeti, Büyük Orta Doğu projesini uygulayarak Irak’a harekât düzenleyen ABD Hükümetinin isteğiyle TBMM’ne 1 Mart tezkeresini getirdi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın sözleri tarihteki yerini almıştır: “Türkiye bu gayri hukuki ve gayri ahlâki harekâtın karargâhı ve cephesi olamaz. Olmayacaktır!” CHP, o gün aktif rol oynayarak ve yüz civarındaki AKP milletvekilini etkileyerek tezkerenin reddini sağlamıştı. Baykal’a ve 22. Dönem CHP milletvekillerinin çoğuna kesilen 1 Mart faturası daha sonra ortaya çıkacaktı! Örnekleri sıralamak ve çoğaltmak mümkün. Ancak bu köşenin sınırları içinde genel bir değerlendirme yapılabilir. Merhum Baykal genel başkanlığının özellikle son on yılında Cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan, Atatürkçü, lâik ve entelektüel derinliği olan bir görüntü sergilemiştir. Ulusal çıkarlarımızı titizlikle koruyan bir lider olmuştur. İddia ile söylüyorum, eski deyimle müktesebatı bu kadar geniş ve zengin bir lidere bugün rastlamak olası değildir. Ülkenin ekonomiden, dış politikaya, tarımdan eğitime, turizmden sanayiye uzanan sorunlarına vakıftı. Siyasal yaşamımın son sekiz yılını CHP Grup Başkanvekili olarak geçirdim ve tamamladım. Genel Başkanım Deniz Baykal’ın vekaletini deruhte etmekten onur duyuyorum. Allah rahmet eylesin…