Bugün yargı eliyle işlenen siyasi cinayetlerden birinin Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının ellinci yıldönümü. Aradan geçen bunca yıla karşın, yaşamlarının baharında inandıkları dava uğruna, idam sehpasında eğilip bükülmeden, ağlayıp sızlamadan can veren üç fidanın anıları hâlâ taze… O günlerdeki devlet terörünün yoğun baskısı altında adına “Deniz” koyulan 1972 doğumlu en az dört yüz yurttaşımız var. Bunlara her yıl yüzlerce, binlerce Deniz ilâve oluyor. Boşuna demiyorlar “Denizler ölmez” diye!
Bu köşede pek çok kez yazdım. Tarihin kararı yargının kararının önündedir diye… Zaman en büyük hakemdir. Geçen süre içinde toplum, mahkemelerin verdiği hükmü ve hele infazını içine sindiremediyse o karar aynen kalp para gibidir; geçersizdir. Karara imza atanlar da tarihin karanlıkları içinde hem de lânetlenerek kaybolmaya mahkûmdurlar!
Demokrasimize kara bir leke olarak geçen infazın ellinci yıldönümünde yaşamımdan bir kesiti tarihe not düşürmek için anlatmak istiyorum.
12 Mart 1971 muhtırası ile emir komuta zinciri içinde iktidara el koyan generallerin başı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç darbe gerekçesini veciz biçimde açıklamıştı: “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı!” Muhtıradan sonra ilân edilen sıkıyönetim komutanlıklarının kural, mantık ve vicdan tanımaz uygulamaları bu anlayışın sonucudur. Karar verilmiştir: Toplum korkutulacaktır! Bu nedenle “Sayın muhbir vatandaş” el üstünde tutulmuştur. Tarihi Ziverbey köşkü bu nedenle işkence merkezine dönüştürülmüştür! Yazar çizerler, aydınlar, sendikacılar bu nedenle kurulan sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmışlardır. Samsun’dan Ankara’ya tam bağımsızlık yürüyüşü yapan ve eylemlerinde ellerini kana bulaştırmamış olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan bu nedenle idam edilmişlerdir. Düşünebiliyor musunuz? ÜNESKO 1971 tarihini “Dünya Kitap Yılı” ilân etmişti ve Türkiye o sene sobaları odun kömürle değil kitapla yakılan bir ülke olarak tarihe geçmişti!
Ereğli Demir-Çelik (ERDEMİR)’in yüksek fırını Ayşe’yi deldikleri suçlamasıyla İstanbul Harbiye zindanlarına tıkılan işçi ve sendikacılarla birlikteydim. 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün hepimizi Türkiye’ye sabotajcı olarak tanıtıyordu. Aksi kanıtlandığında ise onurlarıyla oynadığı yurttaşlarına yanlışlık yapıldığını söylemek onuruna sahip değildi elbette. Ama yurttaşlar bu yalanlara kanmadığını 1973 seçimlerinde beni Zonguldak Milletvekili seçerek kanıtladılar.
*
15. dönemin TBMM genel kurul salonu görkemliydi. Balkonların karşısında başkanlık divanı vardı. Onun hemen altında sağlı sollu merdivenlerle çıkılan hitabet kürsüsü yer alıyordu. Sağ yanda bakanlar kurulu, sol yanda da komisyon bölümleri görünüyordu. Zeminde art arda dizilen ikili sıralarda milletvekilleri oturuyordu. Partiler sayılarına göre ayrılan bölümlerde konuşlanıyordu. CHP ile AP (Adalet Partisi) sıraları yan yanaydı. Alfabetik sıranın azizliği sonucu CHP sıralarının sonuna düşmüştüm. Yani hemen yanımdaki sıradaki AP’li vekille komşuydum. Meclise girdiğimde 32 yaşımdaydım. Siyasette en hızlı dönemimi yaşıyordum. Kürsüyü çok sık kullanmama karşın kavgalara karışmaz yerimde otururdum. İdeolojik farklılıklara karşın uygar ilişkileri korumaya özen gösterirdim. Bu durum iki yıl kadar sürdü. 12 Ekim 1975 günü, beş ilde yapılan ara seçimleri sonucunda, üç fidanın idam fermanını imzalayan sıkıyönetim mahkemesinin başkanı Ali Elverdi milletvekili olarak parlamentoya girmişti. Denizlerin idamını kin ve intikam duygusuyla meclisteki çoğunluğuna onaylatan Süleyman Demirel bununla yetinmemiş, üç yıl sonra da Ali Elverdi’yi partisinin sıralarına oturtmuştu! Meclisin o günkü uğursuz oturumu aklımızdan çıkmıyordu. Histerik “Üç, üç, üç” çığlıklarıyla idama el kaldıran milletvekilleri güya Yassıada’daki üç idamın öcünü alıyorlardı!
Şansızlığıma bakın ki Ali Elverdi AP sıralarının sonunda oturuyordu. Yani komşu olmuştuk! Acemiliğini gidermek üzere birkaç kez bana lâf atmış, nezaketimi bozarak kendisini uyarmıştım. “Sakın bir daha adımı anıp bana bir şey söyleme. Fena halde bozulurum!” Ama o siyasetten gelmediği için aceleciydi. Kısa sürede isim yapmak ve yıldızını parlatmak istiyordu. Nasıl bir şeyse o, her fırsatta kendisinin komünizm uzmanı olduğunu söylüyordu. Doğal olarak muhalefet sıralarının tepkisini çekiyordu. Kolay mı; onu kürsüde gören herkesin belleğinde üç fidanın sureti canlanıyordu…
Dünyadaki tüm demokratik ülkelerde parlamentolar bir tür düşünce platformudur. Partiler ideolojik görüşlerini burada sergilerler, sözcüler düşüncelerini kürsüden ifade ederler. Yasama organında kavga çıkması gözden uzak kalması gereken çirkin görüntülerdir. Her kavga yakışıksızdır ve meclisin saygınlığına zarar verir. Buna karşın sık olmamakla birlikte, karşılıklı hakaretle başlayan, itiş kakışla hızlanan ve yumruklarla sonuçlanan olaylarla karşılaşmak da kaçınılmazdır.
Hiç aklımdan çıkmıyor. Meclis önemli oturumlardan birine tanık oluyordu. Başbakan Süleyman Demirel, yanında ve arkasındaki bakanlarla birlikte oturumu izliyordu. Kürsüde Ali Elverdi’yi gördük. Nasılsa söz almayı becermiş, kürsüden uzmanlığını dile getiriyor, sol düşünceye hakaretler yağdırıyordu. Aniden iri yarı cüssesiyle sol taraftaki merdivenlerden kürsüye tırmanan Urfa Milletvekili Celal Paydaş’ı merakla izliyorduk. Elverdi’yi tek bir yumrukla nakavt etti; kucağına alarak öbür merdivenlerden indi ve Demirel’in önüne bırakıverdi! Büyük bir çatışma çıkması beklenirken salona buz gibi bir hava egemen olmuştu ve Elverdi’nin büyüsü bozulmuş, balonu patlamıştı! Daha sonra AP’nin grup seçimlerinde aday olmuş, aldığı birkaç reyle yetinmek ve kaybetmek zorunda kalmıştı. O günden sonra kendisini bir kavga içinde görmedik. Görüşmeleri yerinden kalkmadan sessizce izliyordu.
*
İlerdeki günlerde konumumuz değişmemişti. Yine kendisiyle küs komşu rolündeydik! Aradan oldukça uzun süre geçmişti. Yine meclise yakışmayan ve az rastlanan görüntülerle karşılaştık. Bu kadar uzun süren bir kavgaya tanık olmamıştım. Kavgadan burnu kanayarak uzaklaşan CHP Ankara Milletvekili Yaşar Ceyhan hırsla söyleniyordu. “Alçaklar, vatan hainleri…”
Elverdi artık kendini tutamıyordu. Yerinden bağırmaya başladı: “Ben üç buçuk sene hâkimlik yaptım. Kimin vatan haini olduğunu ben bilirim!” Sabrım sona ermişti. Refleksle yerimden kalkıp yakasına yapıştım. “Sen hâkimlik değil cellatlık yaptın. Utanmadan konuşuyorsun…” diyerek bağırırken üç Adalet Partili milletvekilinin üstümüze geldiğini gördüm. İçimden “Eyvah Kemal” diyordum. “Üç kişiyle nasıl baş edeceksin?” Yüzümü onlara dönüp yumruklarımı sıkıyordum ki bana seslendiler: “Bırak Kemal Bey. Onunla kavga etmeye değmez!” Bir saniye içinde rahatlık, şaşkınlık ve hayret duyguları içinde kalmıştım. Hiç ses çıkarmadan sırama oturdum. Düşünmeye başladım. İdamların üzerinden daha üç yıl geçmişti. Mahkemenin verdiği karar ve gencecik üç fidanın peş peşe asılmaları kamuoyunda kapanmaz bir yara oluşturmuştu. AP’li milletvekilleri bile bundan etkilenmişlerdi. Elverdi’yi aralarında bir yabancı gibi görüyorlardı.
Ancak bu örnek Süleyman Demirel’i rahatsız etmemiş olacak ki, 1977 seçimlerinde bir başka 12 Mart zalimi Faik Türün’ü Manisa’dan Milletvekili seçtirdi. Türkiye’de demokrasi politikacıların işine geldiği zaman kullandıkları bir argümandır maalesef. Yoksa Demirel, Abdi İpekçi’yle yaptığı söyleşide, faşist general Pinoche’nin CİA talimatıyla devirdiği Şili Devlet Başkanı Salvador Allende için “Tasını tarağını toplayıp gitti” der miydi?
*
Tekrar yazıyorum. Tarihin kararı her zaman yargı kararının üstündedir. Tarihin kararının tashihi, istinafı, temyizi yoktur! Tarih bazen geç, bazen de erken karar verir. Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Aslan için idamlarla birlikte hükmünü kara kaplı defterine geçirmiştir. FETÖ yargısının Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk davalarını da daha yargılamalar devam ederken karara bağlamıştır!
Tarihin çifte standardı da yoktur. İdam insanlık dışı bir uygulamadır. Hele siyasetçinin, düşünce adamının idamı ayrı bir suç oluşturur. Bu nedenle Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını savunanların Yassıada felâketini eleştirmeye hakları yoktur.
Hiç kuşkunuz olmasın görülmekte olan Amiraller davası ile henüz kesinleşmemiş Gezi davası kararları da gelecek kuşaklar tarafından okunmak üzere tarih sayfalarında çoktan yer almıştır!