Gazete haberlerine göre MESEM’lerde eğitim alan çocuk sayısı bir yıl içinde 159 binden 900 bine yükselmiş. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı MESEM’in açılımı şöyle: Mesleki Eğitim Merkezleri. Bakanlığın özel sektör işyerleriyle düzenlediği protokol gereği öğrenciler sadece bir gün okula gidiyor, haftanın dört gününde işletmelerde çalışıyorlar. 9/10/11. sınıflarda okuyanlara asgari ücretin sadece yüzde otuzu, 12. sınıftakilere de yüzde ellisi veriliyor. Bakanlığın kurumlaştırdığı bu durum haklı eleştirilere yol açıyor. Bu politikanın çocukları örgün eğitim içinde tutmak yerine sermayeye ucuz işgücü sağlamak olduğu savı bence gerçeğin tam ifadesidir. Eğitim gibi kamusal bir alandan hızla çıkan AKP iktidarının piyasaya devrettiği hizmet, çocukları okul yerine başka yerlere yönlendiriyor. Oysa okul salt ders görülen bir yapı değildir. Öğrencilerin sosyalleştiği, bilişsel ve kişisel gelişimini sağladığı vazgeçilmez bir eğitim birimidir. Yirmi yıllık iktidarında sınıfsal tercihlerini sermayeden yana kullanan AKP son günlerde sendikaların aldığı grev kararlarını hem de “milli güvenlik” gerekçesiyle ve gece yarısı kararnameleriyle yasaklayarak patronların yanında olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ama Birleşik Metal Sendikasının yiğit işçileri “Anayasal hakkımıza konulan yasakları tanımıyoruz” diyerek grevlerini sürdürdüler ve haklarını aldılar. Çocukların sendikası yok ki! Hem eğitimlerinden uzaklaştırılıyorlar hem de sözcüğün tam anlamıyla sömürülüyorlar. Patronlara büyük olanak! Dışardan işçi alıp en azından asgari ücret vereceğine çocuk işçileri boğaz tokluğuna çalıştır; olsun bitsin!
***
Çocuk hakları Evrensel İnsan Hakları kapsamındadır. Yasal ve ahlaki olarak, üzerinde tüm çocukların doğuştan sahip olduğu eğitim, sağlık, yaşam, bedensel, fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı koruma gibi hakların tümünü tanımlamada kullanılan evrensel bir kavramdır. Birleşmiş Milletlere üye ülkeler 20 Kasım 1989’da Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi imzalamışlardır. Bu tarihten sonra her 20 Kasım Dünya Çocuk Günü olarak kutlanmaktadır. Ne yazık ki dünyanın her yerinde bu hakların hiçe sayıldığı utanç verici görüntülerle karşılaşıyoruz. Uluslararası Af Örgütü’ne göre özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocuk sömürüsü, pornografi, şiddet gibi olumsuz etkenlerle çocuk hakları ihlalleri çok büyük boyutlardadır.
***
Gelelim çocuk işçilere… Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisinin 9. Maddesi, “Çocukların her türlü istismar, ihmal ve sömürüye karşı korunmasını ve hiçbir şekilde ticaret konusu olmaması” hükmünü içeriyor. Ayrıca çocukların asgari bir yaştan önce çalıştırılması, bir işe girmeye zorlanması, sağlığını ve eğitimini tehlikeye sokacak fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini engelleyecek bir işte istihdamını yasaklıyor. Ancak, Uluslararası Çalışma Örgütüne (İLO) göre dünyada 200 milyondan fazla çocuk işçi bulunuyor. Çocuk işçilerin çalıştırıldığı tehlikeli meslekler olarak tarım, inşaat ve madencilik sektörleri vurgulanıyor.
***
Şimdi yüz iki yıl önceye gidelim, zaman tüneline girelim… Sakarya Savaşı alabildiğine uzuyordu. Yunan ordusu Polatlı’ya kadar ilerlemişti. Kayseri’ye taşınmayı reddeden TBMM üyeleri savaş duyulmaz olmuştu. Bu iyiye yoruluyordu ama kesin bilgi de yoktu. İki ordunun askerleri de yorulmuştu; son güçlerini kullanıyorlardı. Yunan askerleri için Ankara el uzatacak kadar yakındı. Ama hiçbirinde bunu yapacak mecal yoktu! Türk ordusu da yorgundu. Fakat bunun son direniş olduğunun ayırdındaydı neferler, zabitler. Yenilgi her şeyi ve herkesi bitirecekti. Onlar yurt savunmasının verdiği inançla ayaktaydılar. Ankara Hükümeti kendi egemenliği kapsamındaki coğrafyada savaşa rağmen icraatını sürdürüyordu. Anadolu’da gerçek anlamda tek sanayi işletmesi Zonguldak’taydı. Buradan çıkan maden kömürü stratejik bir maddeydi; gemilerin, trenlerin yakıtıydı. Osmanlıdan beri havzanın adı Ereğli Havzai Fahmiyesiydi. Kömür üretimi başlayınca Osmanlı yabancı şirketlere imtiyazlar dağıtmıştı. Onlar da azınlık ve yerlilerle kurdukları şirketlerle yer altındaki ocaklardan kömür çıkartıyorlardı. Havzanın köylerinde yaşayan on üç ile elli yaş arasındaki erkekler zorunlu çalıştırıyorlardı. Gruplu işçiler münavebe ile ocaklara geliyor, bir süre sonra köylerine dönüyorlardı. Çalışma saati diye bir kavram söz konusu bile değildi. Sabahın karanlığında ocağa inen işçi oradan gece karanlığında çıkıyordu. Gün yüzü gördüğü yoktu. Barınma çok ilkel kulübelerde oluyordu. Hastalanan veya sakatlanan madenci eşeğe bindirilip köyüne gönderiliyordu. Çocuk işçiler çok işe yarıyorlardı. Büyüklerin giremediği yerlere giriyor kömür çıkartıyorlardı. TBMM Bakanlar Kurulu duruma el atmış, 2 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın imzasıyla meclise “Ereğli Havzai Fahmiyesindeki Amelenin Hukukunun Temini Hakkında” bir kanun layihası vermişti. Kanunun bir kısmı görüşülmüş ancak tamamlanamamıştı. 9 Eylül 1921 günü TBMM başkanvekili Hasan Fehmi Bey tarafından açılmıştı. Yürürlük ve yürütme dışında on iki maddeden oluşan tasarı görüşülmeye başlanmıştı. Tartışmalı bir şekilde başlayan müzakereler aralıksız devam ediyordu. Kabul edilen maddeler 1920’lerin dünyasında bile az görülen nitelikteydi. Sekiz saatten fazla çalışma ile on altı yaşından küçük çocukların çalıştırılması yasaklanmıştı. İşverene iş kazalarında sorumluluk getiriyordu. Yaralanan işçilere bakım ve tedavi yükümlülüğü getiriliyordu. Özetle bugün bile güncelliğini koruyan ve dönemine göre çok ileri hükümler içeren tasarı sabah saatlerine kadar görüşülüyordu. Yunan ordusu galip gelse ne yasa kalacaktı ne de meclis. Ama inançlı mebuslar her şeyi göze alarak emeğin hakkını vermeye kararlıydılar. TBMM’nin birinci dönemine boşuna “Gazi Meclis” denilmiyor. (Kemal Anadol, Kulağım Karadeniz’de, Kırmızı Kedi yayınları, 2020) TBMM 10 Eylül 1921 günü sabaha karşı 151 sayılı yasayı kabul ederken Türk ordusu karşı taarruza başlamıştı. Polatlı ve kuzeyindeki birlikler Yunan sol kanadına saldırıyorlardı!
***
Gücünü Kurtuluş Savaşından alarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Atatürk devrimleriyle özellikle kadın haklarını, eğitim birliğini ve lâiklik ilkesini hayata geçirmişti. 1929 yılında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını yasalaştırarak çocuk sevgisi ve önemini dünyaya ilan eden tek devlet olmuştu. Hani kürsülerde bağırılıyor ya… “Neredeeen nereye!” Çocuk öğrencilerin eğitim hakkını çiğneyen ve emeğini sermayeye peşkeş çeken siyasetçiler bir yanda ve altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirerek (!) istismar eden anne babanın davasında özel kıyafetleriyle gösteri yapan çağ dışı kalabalık adliye önünde… Sırtımızdaki bu deli gömleğini çıkarıp yırtıp atmak zorundayız. Cumhuriyetçiler, Kemalistler, lâik demokratik bir Türkiye sevdalıları… Safları sıklaştırmak zorundayız!