Geçen yazımda son kullanma tarihi geçmiş iktidara “Buraya kadar!” denmesini istemiştim. Okurlarımdan gelen yoğun istek muhalefetin yol haritası üzerinde oldu. Orta Doğu’da İsrail’in yarattığı kaos ve batı emperyalizminin düşen maskesi kaçınılmaz olarak iç politikaya da yansıyor. Bakışlar özellikle ana muhalefet partisi CHP’ne çevrilmiş durumda. “CHP ne yapmalı?” Her yurttaşın aklındaki soru bu? Orta Doğu gibi ülkemizin de ateşi yüksek! Batağa saplanmış bir ekonomi, felâkete sürüklenen bir tarım. Artık maaş ve ücret konusu olmaktan çıkarak insan hakları kapsamına giren emekli ve emekçilerin sorunları, tasfiye edilmiş bir orta sınıf, büyük çoğunluğu yoksulluk hatta açlık sınırındaki nüfusumuz alarm veriyor. Yolları yalınayak yürüyen işçilerle, dökülen domatesler, kavun karpuzlar dolduruyor! Pahalılık ateşten bir gömlek gibi yurttaşları yakıyor! Bu durumda erken veya erkene alınmış bir seçimi beklemek yanlış olmaz. Halkın büyük çoğunluğu yapılacak ilk seçimde tek adam rejiminin son bulmasını istiyor. Ancaak! Yapılan anketlerde kararsızların sayısı yüzde yirmi beş gibi yüksek rakama ulaşıyor. Bu ortam soruyu yinelettiriyor:
“CHP ne yapmalı?”
CHP Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti kuran partidir. Türkiye’yi lâik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine dönüştüren ve çok partili yaşama kavuşturan bir partidir. 1950 yılından bu yana tek başına iktidar olamamıştır. Buna karşın yarım iktidar yıllarında, çalışma yaşamını uluslararası ölçülere yükselten grev, toplu sözleşme, sendikal hak ve özgürlükleri hayata geçirmeyi, Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirmeyi başarmıştır. CHP bugüne dek oy versin vermesin seçmenin nazarında hep tutulacak dal, beklenen bir umut olmuştur. 14/28 Mayıs 2003 seçimlerinden sonra önemli bir değişim geçiren CHP’de taşlar yerine oturtulmaya çalışılıyor. Bu dönem en kısa sürede aşılmalıdır. “Tutunacak dal” olma özelliği korunmalı, daha da öte pekiştirilmelidir. İdeolojik olmayan tartışmalar, itiş kakış ve kendi kendine sorun çıkarma görüntüleri son bulmalıdır. Atalarımız ne güzel söylemişler: “Kavgalı eve kız vermezler!” Ülkenin ertelenmez sorunları ortadadır. Sağlık, eğitim, ekonomi, tarım, göç ve dış politika konuları yakıcı biçimde öne çıkmaktadır.
CHP 1965 seçimlerine ilk kez sola açılma politikası, “Ortanın Solu” belgisiyle (sloganı) ile girmiş ve büyük bir yenilgiye uğramıştır. Bu sarsıntıdan sıyrılarak çıkmış ve birinci parti olma yolunda adım adım yürümüştür. 1969 seçimleri bunun ilk yansımasıdır. Bir ilçe başkanı olarak beni çok heyecanlandıran ve örgütleri canlandıran belgiler bu dönemde söylem bulmuştur. “Yoksulluk Kader Değildir”, “Bu Düzen Değişmelidir”, “Toprak İşleyenin Su Kullananın” çok güzel ve somut örneklerdir. 1973 seçimlerine de sorunlara çözüm üreten “Ak Günler” kitapçığı ile girilmiştir. Parti programları kapsamlı ve uzundur. Bunun içinden seçim bildirgesi çıkartılır. Onun da içinden de herkesin anlayabildiği, örgütü heyecanlandıran ve toplumu dalgalandıran belgiler çıkartılır. Hemen söyleyeyim akla hemen reklâm şirketleri gelmesin. Yakın geçmişte çok kötü örneklere tanık olduk. “Bir Islık da Sen Çal”, “Martiniçka” ve bugün unuttuklarımız gibi… Yaşama hakkı her insanın sorunudur. Bugün yurttaşlar hastane kapılarında sıra numarası almak için saatlerce kuyruk oluşturmaktadır. Kanser gibi öncelikle müdahale edilmesi gereken hastalara altı ay sonra gün verilmektedir. Bu konu toplumun gündeminden hiç düşmüyor.
O zaman CHP yurttaşlara söz vermelidir. Hastane, muayene, tahlil, yatak, ameliyat, ilaç, protez ücretsiz olacaktır! Çağdaş bir devlet, gerektiğinde kanını dökmek üzere askere gönderdiği yurttaştan kan tahlili için para isteyemez! Gelecekteki umudumuz, güvencemiz olan çocukların ve gençlerin eğitimi kutsaldır. Bundan özveride bulunulamaz! Okul, defter, kitap, laboratuvar, her türlü araç gereç, ulaşım, yemek, yurt ücretsiz olacaktır! Özel hastaneler ve okullar ne olacak? Onlar devam edecek elbette… Ama devletten bir kuruş teşvik, vergi indirimi, tahsis almadan ve öz sermayeleri ile çalışma koşuluyla! Dört mevsimi topraklarında olan bir tarım ülkesi Türkiye’nin kırsal kesimde yaşadığı sorunlar yüz kızartıcıdır. Tarımdaki iflas durdurulmalıdır.
Üreticiye AB ülkelerinde olduğu gibi akaryakıt, gübre, ilaç kolaylıkları sağlanmalı, planlı bir ekim politikası ile alım güvencesi verilmelidir. TARİŞ, FİSKOBİRLİK, ANTBİRLİK, ÇUKOBİRLİK gibi üretici kooperatifleri yeniden güç kazanmalıdır. Türk tarımı kooperatifçilik üzerinde atılım yapmalıdır. Türkiye dünyanın göç deposu haline gelmiştir. Nüfus geleceğimiz karanlıktır! Göç olayına “Ulus devlet” gözlüğüyle değil, “Ümmet” gözlüğüyle bakan iktidar bu görüntüden mutludur. Bunu bazen açıkça bazen de utangaç biçimde açıklamaktadır. Ülkeye gelen milliyeti ne olursa olsun, Suriyeli, Iraklı, Afgan Sünni İslâm göçmen onlar için bir kazançtır. İlerde vatandaş olacak ve iktidar belirleyeceklerdir! Bu nedenle AB ile geri kabul antlaşması sonlandırılmalı, verilen vatandaşlıklar gözden geçirilmelidir. Milyonlarca genç işçimiz varken kaçak göçmen işçi çalıştırılmasına son verilmelidir.
Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin bir tek Arap göçmen kabul etmedikleri, AB ülkelerinin telaşla önlem aldıkları bir dönemde ülkemiz kaçakların deposu olamaz. Uluslararası kurallara göre sığınmacı olarak gelenlerin durumu ayrıcalıklıdır. Ancak bu konuda da titiz davranmalıdır. Dış politikada Atatürk’ün miras bıraktığı barışçı ve tam bağımsızlıkçı politikadan ödün verilmemelidir. ABD sınırlarımızda bir garnizon devlet hazırlığı yaparken, Girit’ten Ege adalarına, oradan Trakya’ya uzanan şeritte silahlanmayı sürdürürken ABD, NATO ve AB’ye gözü kapalı bağlılık görüntüsü verilmemelidir. “Mavi Vatan” ve Doğu Akdeniz’deki haklar ve KKTC ödünsüz biçimde savunulmalıdır. İktidara gelince ilk kurulacak Devlet Planlama Teşkilatı programında haraç mezat satılan cumhuriyet kurumları tekrar ele alınmalı, üretime dayanan bir karma ekonomi politikası yaşama geçirilmelidir. Pekiyi bunların gerçekleşmesi için seçim bildirgesi hazırlar ve belgi üretirken kaçınılmaz olarak sorulacak il soru “Kaynağı nereden bulacaksınız?” olacaktır.
Bunun da yanıtını bir sonraki yazıda vereceğim.