Bugün 15 Temmuz 2024… Sekiz yıl önce 15 Temmuz 2016 gecesi; cumhuriyetin temel ilkelerinin olabildiğince zedelenmesine, evrensel anlamda demokrasimizin ağır yaralı olmasına karşın hala ayakta durabilen rejimimizin direkten döndüğü gün. Bu alçak ve onursuz darbeyi her yıl dönümünde, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak ilân edilen resmî tatilde… İşte daha yazının başında siyasal ve belleksel karmaşa başlıyor. “Anıyor muyuz diyelim, kutluyor muyuz diyelim?” sorusu beyinlere demir atıyor! Ancak, Ömer Halisdemir’in kişiliğinde simgeleşen 180 sivil, 62 polis ve altı asker şehidimizi sevgiyle, saygıyla ve rahmetle kutsuyoruz. Onlar demokrasi tarihimiz içinde onurlu yerlerini çoktan aldılar.
Gelelim konunun özüne… 10 Temmuz 2024 günlü gazetelerde yayınlanan DHA kaynaklı habere göre, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan Erciyes Üniversitesi’nde verdiği konferansta FETÖ hain darbesinden söz açarak “Türkiye’yi ele geçirmek onlar için çok basit görünen bir şeydi. Sadece ordudan 30 bine yakın insan atıldı. Polisten 40 bine yakın insan atıldı. Bütün kurumlardan binlerce insan atıldı” demiş. Düşünebiliyor musunuz? Sadece ordu ve polisten çıkarılan personel toplamı 70 bini buluyor. HSYK rakamlarına göre dört bin 262 yargı mensubu kesin olarak ihraç edilmiş. Bunların 140’ı Yargıtay, 48’i Danıştay, beşi HSYK, ikisi de Anayasa Mahkemesi üyesi imişler! Türkiye’de hâkim ve savcı sayısının 15 bin 304 olduğu dikkate alınırsa, yargı organının en az üçte birinin FETÖ örgütü üyesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu acı gerçek hakkını aramak için mahkemelere başvuran sade yurttaşın kimlerden adalet beklediğini gözümüze sokmaktadır!
Darbe girişiminden sonra ilân edilen OHAL kararı ile en az 125 bin 168 kamu görevlisinin işten çıkarıldığı, 270 kişinin öğrencilikle ilişkisinin kesildiği, üç bin 213 kişinin rütbesinin alındığı 204 medya kuruluşunun kapatıldığı açıklanıyor.
Akla gelen ve iktidar çevrelerinden bir türlü yanıt alınamayan soru şu: Fethullah Gülen hareketi, lenf damarlarından vücudun her yerine yayılan kanser hücreleri gibi, cumhuriyetin ordusundan polisine, üniversitelerden dershanelere, Yargıtay’dan Danıştay’a hatta Anayasa Mahkemesi’ne kadar nasıl nüfuz etti, cümbür cemaat her kamu ünitesini nasıl işgal etti?
Siyasal hatta hukuksal anlamda bu terör örgütüne kimler nasıl yardım ve yataklık ettiler? Sorunun yanıtını almak için 1999 yılına gitmek gerekiyor. Okurlarımdan birilerinin medyaya yaydığı Fethullah Gülen videosuna bakmalarını önemle rica ediyorum. İnternete girip bu ibret belgesini dinleyip gördüklerinde Fethullah Gülen’in gizlilik ortamındaki bir vaazına tanık olacaklardır. Gülen müritlerinden çok dikkatli davranmalarını, ordunun, yargının, idarenin uzun erimli bir çaba ile işgal edilinceye kadar saklanmalarını, kendilerini gizlemelerini istiyor. Bundan sonra başarının geleceğini müjdeliyor. Başarı sonunda kurulacak olan İslâmî diktatörlüktür. 28 Şubat sürecinde dönemin Ankara Emniyet Müdürlüğü Gülen ve örgütlenmesi üzerine bir rapor hazırlamıştı. Buna göre Gülen bir örgüt lideriydi ve örgütün mensupları emniyet birimlerine sızmaktaydı. Büyük olasılıkla bu rapordan haberdar edilen Fethullah Gülen üç gün sonra 21 Mart 1999’da sağlık sorunlarını bahane ederek ABD’ne uçtu! Ona destek olacak kişi ve gruplar hazırdı. ABD’de ikamet iznini aldılar. O tarihten bu yana Pensilvanya eyaletinin, Saylorsburg kasabasındaki özel çiftliğinde yaşıyor.
Doğru dürüst eğitimi bile olmayan Gülen’in istihbarat örgütleriyle soğuk savaş döneminde ilişki kurduğu anlaşılıyor. Onu SSCB’ni saracak yeşil kuşak projesinin aygıtı olan Komünizmle Mücadele Derneklerinin Erzurum şube yöneticisi olarak biliyoruz. İlkokul diplomasını dışarıdan alan Gülen’in Edirne’den, İzmir’e kadar çeşitli illere vaiz olarak atanması ve görev yapması da bir yerlerden aldığı desteği kanıtlıyor. İzmir Kestane Pazarı Camiinden çevreye yayılan ünüyle nihai hedefine doğru ilerliyor; adına hizmet hareketi verdiği cemaati siyasi, mali, ticari her alanda genişliyordu. Önce ülkedeki dershaneler ele geçirildi. ABD’den Afrika’ya, Bulgaristan’dan Orta Asya’ya yayılan okulları finans sektörü izledi. Özel banka kuruldu. Günlük gazeteler ve süreli yayınlar birbirini izledi. Özetle istihbarat örgütlerinin, bazen gaflet, bazen delalet, bazen de ihanet içinde olan siyasilerin, bürokratların katkısıyla büyüdükçe büyüdü. Örgütün düzenlediği Türkçe Olimpiyatlarında özellikle AKP iktidarının önemli isimleri boy gösterdiler. “Bitsin bu hasret; hoca ülkene dön” diye nutuk attılar; parlamentoda övgüler dizdiler. İktidarın Dışişleri bakanı T.C. elçiliklerine gönderdiği yazıda bu “Hizmet hareketine” protokolde yer vermelerini istiyordu. Sonunda devletin yanında ve içinde paralel bir yapı oluştu. Bütün sınavlarda sorular çalındı ve örgüt üyelerine verildi. Aslında çalınan gençlerimizin geleceğiydi.
Bu yasak ilişki yıllarca devam etti. Örgüt yavaş yavaş iktidara talip olunca geçimsizlik başladı. Bu arada selden kütük kapmak isteyenler de oldu. Bazı muhalefet mensupları örgüt gazetesinin kuruluş yıldönümünde “Zaman Türkiye’nin vicdanıdır” diye demeçler veriyorlardı. İş o kadar ileri gitti ki, Fethullah Gülen hastalığı sırasında kendisini arayanlar için bir teşekkür ilânı yayınladı. Bu ilânda Başbakandan başlayarak, iktidara hatta muhalefete mensup politikacılar ve devlet erkanından çok kişi yer alıyordu. Oysa bir meczubun başlattığı hareketin ABD’deki çiftliğinden verdiği talimatla dünyanın dört bucağında okullar açması olası değildi. Bir dış gücün malî ve siyasî desteğini görmemek için kör olmak gerekiyordu.
Özetle bu uluslararası casusluk örgütü büyüdükçe büyüdü. Gördüğü iç ve dış destek tarihe geçecek kadar önemliydi. Sıra Türkiye’deki iktidara el koymaya gelmişti. Hoca Efendi’nin 1999 yılında istediği ortam hazırdı. Ordu, yargı, eğitim, medya ve finans kuruluşları ele geçirilmişti. Kısaca 15 Temmuz bağıra bağıra geliyordu.
Konuya bir sonraki yazımda devam edeceğim.