Siyasal davalardan yargılanan ve zindana atılanlar bilirler. Duruşmalarda dik duranların yanında sallananlarla eğilip bükülenler vardır. İster aklansın isterse hüküm giysin fark etmez. Mahpushaneden bazıları törpülenerek bazıları da bilenerek çıkarlar! İzmir ikinci bölge milletvekilliğim sırasında Foça’da tanışmaktan onur duyduğum iki bahriyeli, Amiral Cem Gürdeniz ile Amiral Kadir Sağdıç hem Hasdal’da hem Silivri’de dimdik durdular hem de yargılama sırasında eğilip bükülmediler. Çıkınca da törpülenmek bir yana bilendiklerini kıvançla gördüm ve izledim. Cumhuriyet tarihine geçen karabasan döneminde, CİA maşası FETÖ terör örgütünün iktidarla kol kola olduğu ve yargıyı teslim aldığı günlerde ikisinin de sergilediği onurlu duruşu kıvançla izlemiş; ama değerli eşleri Rengin Gürdeniz ve Selver Sağdıç’la tanışma imkânım olmamıştı. *** Çok ilginçtir. Türk yazınında cezaevlerinin önemli bir yeri vardır. Mahpushaneler adeta mektep görevi yapmışlardır. Aziz Nesin kırk yaşından sonra ün kazanmıştır. Geleceği parlak bir akademisyen olan Uğur Mumcu, yurttaşlık görevi için gittiği okuldan yedek subay yerine çavuş çıkarılınca çektiği çileleri ve haksızlığı yazdığı “Sakıncalı Piyade” adlı eserini tokat gibi 12 Mart darbecilerinin yüzüne çarpmıştı. Kendine açtığı yeni yolda ilerledi ve araştırmacı gazeteciliğin bir numaralı ismi oldu. Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Orhan Kemal gibi gedikliler ise en önemli eserlerini esir tutuldukları zindanlarda kaleme almışlardır. Bugüne dek bir ikincisi yazılamayan Kuvayı Milliye Destanını Nazım kapatıldığı Bursa Cezaevinden ulusumuza armağan etmiştir.
Yazarlık hiç akıllarına gelmeyen iki bahriyeli eşi de bir dönemi tarihe geçirmek gibi önemli görevi yerine getirdiler. Rengin Gürdeniz’in “Mutabıkız” eseriyle ilgili düşüncelerimi daha önce dile getirmiştim. İkinci Kitap da İkinci Adam yayınlarından çıktı: “Bir Deniz Subayı Eşinin Anıları. Nereden Bilebilirdim ki?” Yazarı Amiral Kadir Sağdıç’ın eşi Selver Sağdıç. *** Selver Sağdıç anılarını akıcı biçimde kaleme almış. Hani derler ya… Su gibi okunuyor! Çocukluğundan başlamış yaşamını anlatmaya ve geleceği parlak bir deniz teğmeninin eşi olmanın görüntülerini çok güzel sergilemiş: “Bir denizci eşi olarak doğumlarımızı yalnız yaptık, çocuklarımızı yalnız büyüttük, hastalıklarımızı yalnız geçirdik, ailelerimiz içinde çok önemli günlerimizi yalnız yaşadık.” Kocasının tırnaklarıyla kazıyarak, çalışkanlığı ve görev aşkıyla yükseldiği rütbelerin kolay alınmadığını çarpıcı biçimde vurgulamış. Kadir Sağdıç’ın komodorluk görevindeyken evinden 326 gün uzak kalarak kırdığı rekor bunun en çarpıcı örneği. Her atamada ayrı kentteki eve taşınmalar. Kutular, bantlar, paketlerden oluşan kolilerin yüklendiği kamyonlar… Düşünebiliyor musunuz; Sağdıç ailesi otuz iki yılda tam yirmi bir ev değiştirmiş! Zor koşullarda yapılan doğumlar, çocukların okulları ve bunların mütevazi maaşlarla sürdürülmesi…
bazen de sefere çıkacak gemileri uğurlayan bahriyeli eşleri… Bazen ayrılık bazen de mutluluk gözyaşları… Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet ordusunun yurtsever, özverili denizcilerinin hikâyesi. *** Daha sonraki bölümlerde Türk Deniz Kuvvetlerine en alçak en onursuz ihanetin sahneleri yer alıyor. 1571 İnebahtı, 1770 Çeşme, 1853 Sinop, 1827 Navarin yenilgilerinde büyük yara alan Osmanlı donanması, 1878’de Sultan Abdülhamit tarafından Haliç’e hapsedilmişti. Son ihanet ise Cumhuriyet donanmasına yönelikti. 11 Şubat 2011’de Beşiktaş’ta başladı, Hasdal ve Silivri’de devam etti. Okyanus ötesinde senaryosu yazılan baskın diğerlerinden farklıydı. Filmin kurgusu yabancı ama oyuncuları yerliydi. 31 Mart olayını körükleyen Volkan gazetesinin yerini bu kez Taraf adı verilen varakpare alıyordu. Yalan ve iftira içeren üretilmiş sahte deliller, gazeteci kılıklı ajanlar tarafından bavullara doldurularak bugün firarda olan FETÖ savcılarına götürülüyordu. Hedef Türk Deniz Kuvvetleriydi. Bir hukukçu olarak ceza ve ceza yargılama yasalarında davalara isim koymak gibi bir yöntem olmadığını biliyorum. Ama aydınların, bilim insanlarının, gazetecilerin, askerlerin ve özellikle denizcilerin yargılandığı davaların adına bakar mısınız? Ergenekon, Askeri Casusluk, Komutanlara Suikast, Kafes, Poyrazköy ve Balyoz! Geriye baktığımızda nasıl bir algı operasyonu düzenlendiğini hayretle, ibretle ve dehşetle anımsıyoruz. Plan ve Prensipler Başkanlığı Deniz Kuvvetlerinin çok önemli birimidir. Bu başkanlığı Deniz Kuvvetlerinin Dış İşleri Bakanlığına benzetirler. Deniz kuvvetlerinin modernizasyon bütçesini de bu birim yönetir. Blacseafor, Karadeniz Uyum Harekâtı, Akdeniz Kalkanı Harekâtı, Hint Okyanusunda konuşlanma girişimleri, MİLGEM projesi bu dairece tasarlanmış ve hayata geçmişti. Karadeniz’in bir barış ve istikrar denizi olmasında en büyük etken daireyi oluşturan amiral ve subaylarıdır. Atatürk’ün mirası Montrö Antlaşması’nı korumakta gösterilen titizlik amiral ve amirallik bekleyen subayların karşısına çarpı işareti konulmasına neden olmuştur. ABD’nin Karadeniz’e girme planlarına en büyük engel olarak bu daire görülmüştür. 1992-2011 yılları arasında Plan ve Prensipler Başkanlığı yapan amirallerin tamamının sahte Balyoz davasına dahil edilmeleri ve tutuklanıp emekli edilmeleri rastlantı olabilir mi? Deniz kuvvetlerindeki tamamı elli iki kişi olan amirallerin bir anda yirmi sekizinin tutuklanması intikam cinayetinin korkunçluğunu gösteriyor. Muvazzaf görevde bulunan ve Hasdal Askeri Cezaevinde tutuklu olan Koramiral Kadir Sağdıç’ın emeklilik sahnesi kitapta dramatik biçimde anlatılıyor. Amiralin son sözleri göz yaşartıcıdır: “Ben Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı gazisi Kavalalı Emin Çavuş’un torunu, TCG Varda Bandrası Mehmet Sağdıç’ın oğlu Amiral Kadir Sağdıç. Meslekteki son sözümü, Cumhuriyetin kurucusu ulu önder Atatürk’ten esinlenerek söylüyorum. ‘Bizim değersiz bedenimiz elbet bir gün toprak olacaktır; ama Türkiye Cumhuriyet’i sonsuza dek yaşayacaktır.’ 30 Ağustos 2012, Hasdal” *** Gelelim son bölümlere. Sosyal mücadele tarihimizde görülmemiş bir olay gerçekleşti. Tutuklu askerlerin eşleri tam bir sivil toplum örgütü oluşturdular. Kocaları Cumhuriyet ordusunun rütbeli neferleriydi. Ama onlar Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği, seçme ve seçilme hakkı verdiği, erkeklerle eşit hukuka sahip kıldığı kadınlardı. Hiç kimseden korkmadan, yılmadan hak, hukuk, adalet arıyorlardı ve tutsak tutulan kocalarının özgürlüğe kavuşmasının kavgasını veriyorlardı. Önce “Vardiya Bizde”, sonra da “Sessiz Çığlık” örgütlenmeleri ilerde tarihçi ve sosyologların tez konusu olacaktı. Hani hiç sevmediğim bir tanımlama vardır; “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” diye! Onlar eşlerinin arkasında ve yanında değil önünde verilen onurlu mücadelenin kahramanları oldular. Karşılarındakiler hâlâ 1908 devriminin acısını çıkarmak isteyen meczuplar ve antimilitarizmi asker düşmanlığı sanan yetmez ama evetçilerdi. Önceleri sessiz ve ürkek kalan kamuoyu onları gıpta ile seyrediyordu. Sonra azımsanmayacak sayıda yurttaş sessiz çığlık eylemlerine katıldı. Kadınlar sonunda haklılıklarını topluma kabul ettirmişlerdi. eseri okurlarıma hararetle öneriyorum. Özellikle genç kuşaklara…