Kitaplığımı düzenlerken lise son sınıflarda okutulan Osman Pazarlı’nın Sosyoloji kitabına gözüm takıldı. “Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri” bölümünde ve okunacak parçalar içinde benim de makalem yer alıyordu. Belleğim gerilere gitti… Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi adına her yıl bir yarışma düzenleniyordu. Yüzlerce başvuru içinden sıyrılarak Yunus Nadi Armağanı’nda dereceye girmek çok önemli bir başarı ölçüsüydü. Aydın kamuoyunun dikkatle izlediği yarışma o yıllarda tek dalda düzenleniyordu. Cumhuriyetimiz 1963 yılında kırk yaşına girecekti. O nedenle makale dalı seçilmiş, konu başlığı “Cumhuriyetin 40. Yılında Atatürkçülükten ne anlıyorsunuz?” olarak saptanmıştı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiydim. 1961 Anayasasının ülkeye getirdiği özgürlük ortamında ve özellikle üniversitelerde çeşitli tartışmalar yoğunlaşmıştı. Politize bir gençlik oluşmuştu. 22 yaşında kanı kaynayan bir delikanlıydım. Yarışmanın konusu ilgimi çekmişti. Oldukça kısa süre içinde makalemi yazmış ve gazeteye göndermiştim. Elemeleri Nadir Nadi’den İlhan Selçuk’a, Falih Rıfkı’dan Yusuf Ziya’ya uzanan prestiji yüksek bir kurul yapacaktı.
Hukuk Fakültesini bitirmiş, İzmir Gaziemir’deki Ulaştırma Okulunda askerliğe başlamıştım. Altı aylık okulu bitirince asteğmen olarak kıtaya çıkacak ve yurt görevimi tamamlayacaktım. Bu arada gazete jürinin çalışmalarını bitirdiğini yazıyordu. Son toplantısını 27 Haziran 1964’te yapacak ve 28 Haziran Pazar günü sonuçları açıklayacaktı. Büfeden aldığım gazetede yarışmanın birincisi olarak adımı görünce duyduğum heyecanın tarifi olanaksızdı. Adresimi bulamayan gazete yönetimi bana çağrıda bulunuyordu. Üniformamı çıkarmadan Cumhuriyet’in İzmir bürosuna gitmiştim. Ege temsilcisi Haluk Cansın benimle uzun bir söyleşi yapmış, yazı gazete okurları ve aydın kamuoyunda yankı yaratmıştı. Okul arkadaşlarım da sevincime ortak oluyorlardı. Atatürk’ün memleketi emanet ettiği gençlerden biri olarak nasıl bir cumhuriyet istediğimizi ve beklediğimi dile getirmiştim. Aradan 59 yıl geçmesine karşın ülkemizin içinde bulunduğu koşullar daha da ağırlaşmıştı. Makaleyi bir kez daha okuduğumda güncelliğini yitirmediğini gördüm. O günkü metni olduğu gibi dikkat ve takdirlerinize sunuyorum. *** Bir ulusun kaderine hükmetmiş, ülkücü, gerçekçi önderliğiyle toplumu mistik doğu ortamından çağdaş uygarlıklara yöneltmiş Atatürk’ün kişiliğinde sembolleşmiş ilkelerin bütününe “KEMALİZM” diyoruz. Atatürkçülük artık tarih olmuş bir kişiye gösterilen sevgi ve saygı şeklinde değil, temeli akılcılık olan sosyal, politik ve ekonomik bir dünya görüşü olarak algılanmalı, tanımlanmalıdır. Gerçekten Atatürk sadece yurdu sömürücülerden kurtaran bir komutan, fesi kaldırıp şapka giydiren veya teokratik bir siyasal yönetimin yerine halkçı bir rejim kuran şahıs olarak incelendiği zaman yeteri kadar anlaşılmamış olur. Zira tarihte krallığı cumhuriyete çeviren, kıyafet devrimleri yapan, yurdu kurtaran kişilere rastlamak pek zor değildir. Bütün bunların üstünde Kemalizm’in ruhu ve temel noktası olan akılcılık vardır. Atatürk kendi çağına kadar problemlerini akıl dışı ölçüler ve mistik yollarla çözmeye alışmış topluma insan aklını bilimi tanıtmıştır. Hangi çağda, hangi siyasal toplumda hangi koşullar içinde olursa olsun nedenlerin içinden ancak bilimin, aklın yardımıyla çıkılabileceğini ve hedef seçilen çağdaş uygarlığa ancak bu yolla ulaşılacağını Türk toplumuna Atatürk anlatmıştır. Kemalizm ilkelerini incelerken takip edilecek metodun tayininde ana ilke olarak bu özelliğe dikkat etmek ve bütünü parçalayıp, devrimlerin birbirine ilgilerine bakmaksızın yargılara varmaya değer vermemek sanırım bizi sağlam sonuçlara götürür. Atatürkçülüğün en önemli halkası halkçılıktır. Zira geri kalmış ülkelerin tarihinde, değişiklik yapmaya çalışan liderlerin kendilerine dayanak ararken daima azınlığı seçtiklerini görüyoruz. Gerçekleştirmek istenen gayenin başarı şansı bu azınlığın gücüne bağlı kalmıştır. Atatürk halk için, halk yararına yapılacak reformların ancak halka dayanarak gerçekleşeceğini görmüş, kendine destek olarak bütün kapsamıyla halkı seçmiştir. Bu davranışı ülkünün gerçekleşmesi için başvurulan politik taktiklerden biri olarak görmek hatadır. Bu davranış mantığın ve bilimin zorunlu sonucudur. Halkçılığın hedefi halkın maddi ve manevi özgürlüğe kavuşmasını sağlamaktır. Halk kendisini maddi manevi istismar edenlerden kurtulduğu, kaderci, mistik ortamdan silkinerek sıyrıldığı zaman dava hallolmuş, nedenlerin çözümünde en büyük adım atılmıştır. Lâiklik vatandaşın vicdan inançlarına el atarak onu kendi çıkarları için en basit bilimsel gerçeklerden uzak tutan, yoksun bırakanlara karşıt halkçı politikanın doğal sonucudur. Devletin politikasında dini kurallar rol oynamayacak, hiç kimse yurttaşın inançlarını çıkar konusu yapamayacak. Böylece özgürlüğe kavuşan birey bağımsız kalacak. Devlet politikasının dini tesirlerden uzak kalması bugün modern devlet anlayışının kaçınılmaz koşuludur. Her türlü ileri harekete cehaleti kışkırtarak mâni olmaya çalışanların hakları olmayan davranışlarını önlemek toplumu yönetenlerin zorunlu görevidir. İnsanlığın asırlarca savaştığı, uğrunda korkunç ve kanlı kavgaların yapıldığı inanç özgürlüğünü sağlayan bir ortamın varlığı ise uygar bir toplumun önemli unsurudur. Bir an evvel kalkınma çabası, çağdaş uygarlık hedefine ulaşma özlemi, bunun yanında halkçılığın doğal sonucu devletçiliği ortaya çıkarmıştır. Ekonomik hayatın her safhasına el atan, Türkiye’yi kapitülasyonlarla açık pazar haline getiren yabancı sermaye temizlendikten sonra arta kalan tesisleri satın alacak özel teşebbüs mevcut değil. Üstelik kalkınabilmek, yeni bir kapitülasyon yaratmadan pazar olmaktan çıkarak iç kaynakları değerlendiren sanayi ve modern tarım devleti olmak lâzım. Bunları yapabilecek sermayeye sahip bir kişi bile yok. Olsa bile kâr gayesi gütmeden bu büyük çabayı özel teşebbüsün gerçekleştireceği çok şüpheli. Tek çare bütün imkanları birleştirerek devletin kısa zamanda çok işler yapması.
Kemalizm’in devletçilik anlayışı her türlü imtiyazı sınıf çatışmasını reddeder. Zaten bu çatışmayı yapacak ne patron vardır ne işçi. Sınıf kavgalarının sürükleyeceği uçurumu önceden gören Atatürk, Türk toplumunun yapısını inceledikten sonra şöyle diyor: “Muhtelif meslekler erbabının menfaatleri yekdiğeriyle imtizaç halinde olduğundan onları sınıflara ayırmaya imkân yoktur, umumi heyetiyle hepsi halktan ibarettir.” Atatürk milliyetçiliği, bazılarının söylediği gibi lüzumsuz, terkedilmesi gereken bir ilke değildir. Atatürk milliyetçiliği, fizyolojik ayrıntıları bir yana bırakarak yurt sınırları üstünde insan gibi, özgür yaşamak isteyenlerin ülkü ve kader birliği yapmasıdır. İstilacı hedefi yoktur. Bu durum Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünde formüllendirilmiştir. Yurt toprakları üstünde ne ırk tefriki yapılacak, ayrıntılar ortaya çıkarılacak, ne de aynı ırkçı düşünceyle hak iddia edilerek ulusal bütünlük bozulacak. Mesele Türkiye’de ülkü birliği yapmış Türk ulusunun özgür ve bağımsız yaşamasıdır. Ana noktalarını yukarıda saydığımız Kemalizm sosyal, politik, ekonomik bir dünya görüşüdür. Daima ilerleyen çağdaş uygarlık topluluğunda yer almak hedefine bu dünya görüşünü tam uygulamakla ulaşabiliriz. Bu bakımdan Kemalizm bir bütündür. Bütün ilkelerin birbirleriyle sıkı ilgisi vardır. Birini terk ettiniz mi düzen bozulur mâna ortadan kalkar. Çünkü yazının başında belirttiğimiz gibi ilkeleri birbirine bağlayan zincir bilimdir, mantıktır. Dünyada şimdiye kadar ortaya atılmış fikrî sistemlerin tümü, şartların değişmesi, zamanın geçmesiyle güçlerini yitirmişler, değerlerini büyük oranda kaybetmişlerdir. Zira hepsi belirli toplumlarda belli konularla uğraşmak, belli nedenleri çözmek için ortaya konmuşlardır. Bunun aksini savunmak bir doktrin için bilimsel olamamak gibi ağır sonuçlar doğurur. Çünkü zaman hızla akmakta, olaylar yeni yönlere doğru yol almaktadır. Kemalizm, devrimcilik ilkesiyle böyle bir sonuçtan kendini kurtarmıştır. Kemalistlere ileriyi, daima ileriyi gösteren bu ilke değişen şartlar sonucunda ortaya çıkan nedenleri aklın ve bilimin ışığında çözmeyi söylemektedir. Kemalizm doğmalar halinde değildir. Atatürkçülük deyince sadece Latin harflerinden, miladi takvimden, şapkadan bahsedenler ya bu dünya görüşünü anlamayanlardır yahut da Kemalist ilkeleri basit kalıplar içinde dondurmak istemektedirler. Kemalizm bilimin, aklın ışığında güçlü bir çabadır. Bugün Türkiye güç koşullar içindedir. Çağdaş uygarlıkla aramızdaki açıklık her aydını üzecek, acı acı düşündürecek kadar fazladır. Kurtuluş yolumuz dün olduğu gibi bugün de Kemalizm’dir. Üzerinde rötuş yapılmayan, taviz verilmeyen bir Kemalizm.