12 Eylül sadece darbe değildir!

Kemal Anadol

İki kuşağı silindir gibi ezen 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden tam 43 yıl geçti. Ama toplumdaki travma halen devam ediyor. Her acı yıldönümünde olduğu gibi bu kez de Evren cuntasının ve NATO generallerinin halkımıza yaşattığı cehennem rakamlara dönüştürüldü:

600 bin kişi gözaltına alındı, 39 ton gazete, dergi, kitap yakıldı. Basın yayın organlarına 927 yasak konuldu. Bir milyon 683 bin kişi fişlendi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 14 kişi açlık grevinde öldü. 171 kişi işkence altında öldürüldü.517 kişiye idam cezası verildi. 50 kişi idam edildi.

Metris, Mamak, Diyarbakır hapishaneleri kara leke olarak ülke ve dünya tarihinde yerlerini aldılar. İnsanlar eşlerinden, çocuklarından, ana babalarından hunharca çekip alındılar ve bir yerlere götürüldüler. Birinci şubelerde, dal gruplarında insanlık onurunu yerlerde süründüren işlemlere tabi tutuldular. Cuntanın açtığı Barış Derneği, Yazarlar Sendikası, DİSK, Dev-Yol, TKP ve yüzlerce davada binlerce ocak söndürüldü. Başta CHP olmak üzere ülkedeki tüm siyasal partiler kapatıldı. CİA talimatıyla gerçekleştirilen darbe NATO generallerinin “Bayrak Harekâtı” planına göre yapıldı. Yunanistan’da yine NATO emrindeki albayların “Promete” kot adlı planına göre yaptıkları 21 Nisan 1967 darbesi gibi!

***

Şimdi bir önemli portreyi mercek altına alalım. Macaristan’dan ABD’ye göç eden bir Yahudi ailesinin çocuğu olan Milton Fredman 1912’de dünyaya geldi. Ekonomi öğrenimini tamamladıktan sonra İktisat Teorisi derslerini okutmak üzere Şikago Üniversitesi’ne atandı. 30 yıllık akademik yaşamı burada geçti. Serbest piyasa ve sıkı para ekonomisine önem veren ve sosyal politikalara hiç karışmayan; devletin ekonomiden elini çekmesini savunan görüşleriyle ün yaptı. Bu ünü Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra daha da pekişti. En önemli kitabı Kapitalizm ve Özgürlük adını taşıyordu. Buna karşın özgürlük konusunda sicili parlak değildi. Amerika’yı cadı kazanına çeviren, komünist avcısı Senatör Mc Carty’nin çömezi bir başka Senatör Goldwater’in ekonomi danışmanıydı. Fredman’a 1976’da Nobel ödülü verildi. Özelleştirmeciydi; çalışanların gelirlerinin kısıtlanmasını savunuyordu. Halk deyimiyle “Altta kalanın canı çıksın” diyordu! Fredman’ın Şikago üniversitesinde yetiştirdiği Şilili ve Güney Amerikalı bir grup ekonomist Chicago Boys (Şikago çocukları/oğlanları) tanımıyla ün yapmışlardı. Ülkelerine döndüklerinde başta Şili olmak üzere Güney Amerikalı diktatörlerin hükümetlerinde görev almışlardı. Fredman da görüşlerini faşist Pinoche’nin Şili’sinde yaşama geçirme olanağı bulmuştu. Diktatörün danışmanıydı. Stadyumlara doldurulan insanlar, onlara yapılan işkenceler umurunda bile değildi. Fredman daha seçim kampanyasında ABD başkan adayı Ronald Reagan’ın ekonomi danışmanıydı. Reagan başkan seçilince bu görüşleri uyguladı. Neoliberal görüşler ABD’den İngiltere’ye sıçradı. Salgın hastalık gibi dünyaya yayıldı. Muhafazakâr Başbakan Margret Thaetcher neoliberalizmin sadık uygulayıcısı oldu.

***

Gelelim ülkemize… Başbakan Demirel’in Başbakanlık Müsteşarlığı ve DPT Müsteşar vekilliğine atadığı Turgut Özal 24 Ocak 1980 günü ilân edilen kararların mimarıydı. Bu kararlara göre devletin elindeki kurumlar özelleştirilecekti. İşçi ve memurlara verilen zamlar dondurulacak, köylüye verilen destek sonlandırılacak, tütün, pancar gibi ürünlere kota konulacaktı. Sendikal hak ve özgürlükler ise topun ağzındaydı! Karar açıklanınca merhum Ecevit olacakları görmüştü: “Bu ekonomik model mevcut siyasal modelle gerçekleşemez!” 12 Eylül 1980 darbesinin gerekçesi anarşi, terör filan değildir. Anarşi ve terörü önlemeyen ve darbe ortamını gerçekleştiren Sıkıyönetim Komutanı NATO generalleridir. 12 Eylül’ün gerekçesi 24 Ocak kararlarını yaşama geçirmektir! Türkiye’deki Kenan Evren modeli, Şili’deki Pinochet modelinin ikiziydi. Evren cuntası Turgut Özal’ı darbe hükümetinin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığına atamıştı. Artık işçilere, memurlara, üreticilere, esnafa özetle dar gelirlilere kara günler görünüyordu. Durumu işveren örgütlerinin sözcüsü Halit Narin çok güzel özetliyordu: “Şimdiye kadar onlar güldü biz ağladık. Şimdi gülme sırası bizde!”

***

Sözü uzatmaya gerek yok. 21 yıldır ülkeyi İhvan sosuna bulanmış neoliberal bir iktidar ve tek adam yönetiyor. Cumhuriyet hükümetlerinin çok zor koşullar içinde millileştirdiği ne varsa bu iktidar hepsini babalar gibi sattı, satıyor. Tütüne kota niye kondu? TEKEL niye özelleştirildi? Piyasada neden bafra, birinci, gelincik, yenice, yeni harman sigaraları yok? Niye uluslararası tütün tekelleri ülkemizi işgal ettiler? Rafinelerimiz neden yabancıların elinde? Neden kâğıt ham maddesini üreten SEKA kapatıldı? Neden binlerce dolar vererek kâğıt ithal ediyoruz? Neden özel sektör kurumlarını yabancılar haraç mezat satın alıyor? Bu soruları çoğaltmaya sütunlar, sayfalar yetmez! Yandaşların diline pelesenk ettikleri “yerli ve milli” sözcükleri tam bir seçim efsanesidir! Okullar açıldı. Ana babalar çocuklarına üst baş, çantalarına azık, kalem, defter alamıyorlar. Yavrucaklara bir öğün yemeği çok gören iktidar Kur Korumalı Mevduat sahiplerine milyonları veriyor. Halkın geçmediği köprülere, uçmadığı alanlara, yatmadığı hastanelere milyarlar yağdıran devlet emeklilere yedi bin lira maaşı çok görüyor. Onlara “yılbaşını bekleyin” diyor! Yurttaşını cepheye gönderen ve ondan canını vermesini, kanını dökmesini isteyen devlet, iş hastaneye gelince ondan kan tahlili için dünyanın parasını istiyor! Özetle 12 Eylül 1980 günü yapılan darbe 2023 Türkiye’sinde yaşıyor! Milton Fredman’ın hayaleti üstümüzde dolaşıyor. Onun dublörleri ise halkı yönetiyor, yaşamını cehenneme çeviriyor! Dününü bilmeyen bir toplum, gününü lümpen bir kalabalık olarak yaşar. Yer içer çoğalır; yarın için hiçbir proje üretemez. Tarihin karanlıklarında kaybolur gider!

Bugünü iyi yaşamak için dünü unutmayalım ve yarın için umudumuzu yitirmeyelim…