Ne kadar da tanıdık, değil mi? Bu ülkede sandığı beğenmeyince mühür iptal edilir, halkın oyunu hazmedemeyince seçim tekrarlanır, kongreyi beğenmeyince de mahkeme bulunur. Devlet dediğimiz mekanizmanın bir ucunda hâkim cübbesi, diğer ucunda siyasi talimat… Arada da “adalet mülkün temelidir” yazılı levha, dekor olarak asılı durur.
Demokrasilerde tuhaf bir yasa vardır; iktidarın hoyratça attığı her tokat, muhalefetin yanağında iz bırakmaz, tam tersine kalabalıkların vicdanında yankılanır. CHP’nin İstanbul İl Kongresi’nin “tedbiren” iptal edilmesi, işte böyle bir tokat oldu.
CHP İl yönetimine “kayyum” olarak atanan isimlerin, bu görevi kabul edip etmemesi tartışmasına girmeyeceğim… Çünkü bunu “gerçek CHP’lilerin” kendi aralarında çözeceğine düşünüyorum. Burada benim, anlamakta güçlük çektiğim ayrıntı şu;
Anayasa’nın 79’uncu maddesi ve 2820 sayılı siyasi partiler yasasının 21’inci maddesi açık… Seçimlerin yegane sevk ve idaresine sahip olan tek kurum YSK’dır. Ve YSK’nın verdiği kararların itirazı kabil değildir. Hal böyleyken, “Sulh hukuk” ya da “Asliye Hukuk” mahkemeleri nasıl oluyor da böyle bir karar alabiliyor? Öte yandan; eğer kongrelerde iddia edildiği gibi delegeler arasında, yasalara aykırı olarak “menfaat sağlama ve rüşvet gibi” herhangi bir suç işlemişse, “suçun şahsiliği” esasına göre, o kişilerin cezalandırılması gerekmez mi? Neden, kurumsal olarak CHP cezalandırılıyor?
Şimdi ortada bir fiili durum var! Bir yanda yargının verdiği kararın sonuçları, öte yanda bu kararın muhatabı olan CHP Genel Merkezi’nin bundan sonra izleyeceği yol…Genel Başkan Özgür Özel “Biz bu kararı tanımıyoruz” diyor ve karara itiraz edeceklerini söylüyor. İyi de hukuku önceleyen bir siyasi partinin “karar tanımazlığı” nasıl ve nereye kadar gidebilir?
***
Kanımca yapılması gereken; mademki bu kongrede kimi delegeler “yasaları hiçe sayıp” suç işledi… O zaman CHP Genel Merkezi de suçu işleyenlerin isim listesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan istesin ve onları “parti tüzüğüne göre” siyaseten de cezalandırsın !
Peki, bütün bunlar CHP’yi güçlendirir mi?
Cevap aslında tarih kitaplarında gizli. Yasaklanan, bastırılan, kapatılan her fikir; yeraltından bir nehir gibi daha gür akar. CHP’ye yapılan bu yargı darbesi, partiyi kısa vadede örgütsel kaosa sürükleyebilir ama uzun vadede sokaktaki yurttaşın kulağına şu soruyu fısıldar: “Madem bu kadar korkuyorlar, demek ki bir şeyler oluyor.”
Özgür Özel’in yönetimi işte bu “bir şeyler oluyor” hissini yaratmaya başladı. O, iktidar meydanlarında yüksek perdeden bağırmıyor; daha çok, halkın içinde dolaşan, elini uzatan, göz hizasında konuşan bir lider profili çiziyor. Bu, Türkiye siyasetinde yeni bir dip dalganın işareti olabilir. Çünkü yıllardır “iktidarın şatafatına karşı ezik bir muhalefet” tablosuna alışmıştık. Oysa şimdi iktidarın sinir uçlarına basan, toplumsal muhalefeti diri tutan bir CHP var.
Dip dalga… Denizin yüzeyine bakarsanız, sadece küçük dalgacıklar görürsünüz. Ama kıyıya vuran asıl güç, dipten gelen o görünmez akıntıdır. İşte Türkiye siyaseti de böyle bir noktada. Saray iktidarı kendi ihtişamıyla uğraşırken, alttan alta başka bir akış birikiyor.
Belki de bu kararın ironik sonucu, CHP’nin kendi örgütünü yeniden keşfetmesine, halkın da adalet duygusunu daha çok sahiplenmesine yol açacak. Çünkü adalet duygusu incindiğinde, insanlar sadece bir partiye değil, kendi onurlarına sahip çıkar. Ve belki de günün sonunda, o meşhur cümleyi hatırlatacak bize bu süreç:
“Türkiye’de en uzun koşu demokrasi ise onun en güzel yüz metresini biz koşmadık mı?”