Siyasal İslamcılık, bukalemun gibidir. Gerçek rengini görmek için turnusol testi gerekir. Turnusol testine devam edelim.
Kurulduğu günden itibaren İsrail ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan AKP hükümetinin ilk icraatlarından biri bu ülkeye gizlice bir heyet göndermek oldu. Dönemin devlet bakanı Ali Babacan'ın başkanlığındaki bu ziyareti gizlemesinin nedenlerinden biri ise heyette ilginç bir ismin bulunmasıydı: 28 Şubat'ın önemli aktörlerinden emekli orgeneral Çevik Bir... AKP, İsrail ile ilişkilerde kendine yardımcı olması için postmodern darbenin mimarını seçmişti. Ana akım medyada yer bulmayan bu ziyaret Şalom gazetesinin haberiyle ortaya çıkıyordu.
Erdoğan, İsrail ile ilişkileri iyice ilerlettikten sonra bu kez kendi ziyaret ediyordu. 2005 yılındaki ziyarette Cumhurbaşkanı Moshe Katsav ile karşılıklı sıcak mesajlar veriliyordu. Ancak ziyaretin Türk kamuoyunda en çok yankı bulan yönü Sabra ve Şatilla kasabı olarak anılan Başbakan Ariel Şaron ile yapılan görüşmeydi. AKP kurmayları görüşmenin detaylarını diyaloglar şeklinde medyaya sızdırmıştı. Asıl önemli olan iki başbakanın makamlarına direkt telefon hattı bağlatmasıydı. Erdoğan direkt telefon hattı önerisinin Şaron'dan geldiğini açıklıyordu. Hedef, Ortadoğu barışının sağlanmasıydı.
2005 yılının önemli olaylarından biri de Amerika’daki en önemli Yahudi kuruluşlarından biri olan ADL’nin Recep Tayyip Erdoğan’a “Cesaret Madalyası” vermesiydi. Bu konu o denli tartışma konusu oldu ki, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Filistin sorununun her aşamasında gündeme geldi. Filistin sorununun en sıcak gündeminde Erdoğan, “cesaret madalyasını iade et” çağrılarına kulak tıkadı.
Sonunda İletişim Başkanlığı Dezenformasyon ile Mücadele Merkezi bir açıklama yaparak ödülün Erdoğan’ın şahsına değil, İkinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğrayan Yahudilere yardım eden Türk diplomatların anısına verildiğini bildirdi.
Erdoğan, sonraki yıllarda İsrail başbakanlarıyla da sıcak ilişkilerini devam ettirdi. Öyle ki Başbakan Ehud Olmert'in ziyaretinde iki liderin baş başa görüşmesi tam 7,5 saat sürmüştü. Tam mesai günü süren bu görüşmenin üzerinden sadece iki gün geçtikten sonra İsrail, Filistin'e yönelik ağır saldırılar başlattı.
Erdoğan çok zor durumda kalmıştı. Saadet Partisi, İstanbul'da dev bir Filistin mitinginin hazırlıklarına başlamıştı. Radikal tabanda öfke giderek büyüyordu. AKP'nin bu kıskaçtan kurtulmak için mucizevi bir formüle ihtiyacı vardı.
İşte tam bu ortamda Davos'ta "one munite" mizanseni hazırlandı. Erdoğan, İsrail'in en ılımlı ve barışçıl siyasetçisi Şimon Peres'e karşı "Siz sadece öldürmeyi bilirsiniz" çıkışını yaptı. Zevahir kurtarıldığı gibi bir gün önce İsrail'e hizmet Filistin'e ihanet ile suçlanan Erdoğan bir anda kahraman haline geldi.
"Van münit" mizanseni, İsrail karşıtlığıyla Siyonizme ve Büyük Ortadoğu Projesi'ne hizmetin miladıdır.
Davos'taki efelenmeden sonra Erdoğan yeniden İsrail ile ilişkileri normalleştirme yollarını arıyordu. Çünkü sadece ucu gösterilen Wikileaks belgelerinin devamının gelmesinden endişeleniyordu. Çok geçmeden beklediği fırsat doğdu. Denizin içindeki Haydarpaşa garı bütün İstanbul'un gözleri önünde cayır cavır yanarken, söndürecek uçak bulamayan Erdoğan, İsrail'deki orman yangınına derhal Türk uçaklarını gönderdi. Üstelik bu uçaklar AKP ve yandaş cemaatlerinin bir ay önceki Kurban Bayramı’nda derileri kaptırmamak için her türlü karalama kampanyasına maruz bıraktıkları Türk Hava Kurumu'na aitti.
Erdoğan'ın bu jesti işe yaradı. Başbakan Netenyahu derhal arayıp teşekkür etti. Bu telefonlaşmanın hemen ardından başbakanların özel temsilcileri Cenevre'de buluşarak yeniden diyalog görüşmelerine başladılar. Aslında AKP, Erdoğan'ın “one munite” dediği günden beri de değişen bir şey yoktu. Bütün iş birliği anlaşmaları, ticari ve askeri ilişkiler aynen devam ediyordu.
En doğru yorum yine öğrencilerini iyi tanıyan Necmettin Erbakan'dan geliyordu. Erbakan'a göre, AKP, aslında İsrail karşıtlığı yaparak Siyonizm’e hizmet ediyordu.
Bu karşılıklı bir rıza göstermeyle gerçekleşiyordu. AKP'nin oy kaybetmeyerek iktidarda kalabilmesi, ara sıra İsrail'e hatta ABD'ye dayılanmasıyla mümkün olabilirdi. Bu yüzden biraz şımarıklık yapılmasına izin veriliyor, ipin ucu kaçınca yeniden hizaya sokuluyordu.
Perde arkasında işler hiç de kamuoyuna yansıtıldığı gibi yürümüyordu. Öyle ki 2004 yılında Hamas lideri Halit Meşal'in Türkiye'yi ziyareti bile İsrail'in onayı ve bilgisi dahilindeydi. Abdüllatif Şener'den birkaç kez dinlediğim olayın detayları şöyle:
“2004 yılında Hamas lideri Meşal Türkiye'ye gelmişti. Hükümet davet etmişti. O zaman basın biraz daha özgürdü. Bütün basın, İsrail'in terörist olarak bildiği şahsı, hükümet Türkiye'ye davet etti Türkiye, İsrail ve ABD ile arayı bozacak” yorumu yapmayı başladı. Bu iş Türkiye'ye zarar verecek diyorlardı. Halbuki aynı gün Bakanlar Kurulu Toplantısında dönemin Dışişleri Bakanı tarafından (Abdullah Gül) verilen bilgiye göre, İsrail ile gerekli görüşmelerin yapıldığı, İsrail'in de bizim Meşal'i kabul etmemizden mennun kaldığı, çünkü İsrail'in dolaylı da olsa Hamas'la temas sürdürme ihtiyacında olduğu, doğrudan muhatap alamayacakları için dolaylı olarak sürdürmek istedikleri, bu rolü Türkiye'nin üstlenmesinin kendileri açısından faydalı olacağını söyledikleri öğrenildi.
Dolayısıyla İsrail'in AKP Hükümeti'ne Meşal'in Türkiye'ye gelişinden memnuniyet duyacaklarını bildirdiği anlatıldı. İlgili Dişişleri Bakanı bunu Bakanlar Kurulu'nda söyledi. O günlerde bir şey daha oldu. İsrail Büyükelçisi, Meşal'in Türkiye'ye gelişi aleyhine konuştu. Onun bu konuşması, basının tezini güçlendirdi. Başbakan Erdoğan, İsrail Dışişleri Bakanı ile telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşme benim de bulunduğum bir ortamda gerçekleşti. ‘Sizin buradaki büyükelçi bizi rahatsız edecek şeyler söylüyor. Biz anlaşmadık mı sizinle? Sizin bu büyükelçiniz niye farklı şeyler söylüyor? Ya bunu buradan alın veya uyarın düzgün konuşsun’ dedi.
O günkü olayları izleyenler, içerde olup bitenleri bilmediği için Türkiye İsrail'e rağmen Hamas'ın Liderini kabul etti, görüşme yaptı, oturdular, yediler içtiler diye yorum yaptı. Oysa durum çok farklıydı."
Şimdi yeni bir durum ortaya çıktı. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımın son aşamasına geldiği halde İsrail’i eleştirmek dışında bir yaptırım uygulamadığı gibi, akaryakıt ve silah sanayi hammaddelerinin bu ülkeye ihracatını önlemeyen AKP iktidarı, tabanı nezdinde iyice sıkıntılı bir duruma düştü. Alttan alta yapılan açıklamalar, tabanı ikna etmekte yeterli olmadı.
Tam bu sırada imdada Netenyahu yetişti. 1998 yılında artık hayatta olmayan Mesut Yılmaz ile yaptıkları görüşmenin detaylarını anlattı. Netenyahu, Yahudilerin büyük önem atfettiği Siloam yazıtını istediğini anlatarak, Mesut Yılmaz’ın o dönemde İstanbul Belediye Başkanı olan Erdoğan etrafında yeşeren yeni İslamcı hareketten çekindiği için buna yanaşmadığını belirtti.
Netenyahu’nun bahsettiği yıllarda, Milli Görüş hareketinin lideri partisi kapatılmış olan eski Başbakan Necmettin Erbakan’dı. Ömrünü Siyonizm ile mücadeleye adamış Erbakan’ın önü her cephede kapatılırken Erdoğan parlatılıyordu.
Birkaç yıl sonra Irak’ı işgale hazırlanan ABD’ye her türlü destek için söz veren; orada yaptığı konuşmalarda “İsrail'in yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacak” diyen Erdoğan iktidara geldi. Ancak Erbakan, çoğu kendi talebesi olan dönemin AKP milletvekillerini etkileyerek 2003 yılındaki 1 Mart teskeresinin Meclis’ten geçmesini önledi.
Bütün bunlar göz önüne alındığında Netenyahu’nun Erdoğan’a attığı can simidinin nedeni daha iyi anlaşılır. AKP yandaşları da hemen bu can simidine tutundular.
Sanırım aklı selim olan herkes, Siloam tableti hikayesinin aslında Netenyahu tarafından Erdoğan’a verilen yeni bir Yahudi cesaret madalyası olduğunun farkındadır.
Georgi Dimitrov’un sözüyle bitirelim: Düşmanın seni ancak hata yaptığında över.