Muhsin Yazıcıoğlu’nun seveni kadar belki daha fazla sevmeyeni vardır. Fakat konu bu değil. Daha önce konuyla ilgili yaptığım sosyal medya paylaşımlarımda, “su testisi su yolunda kırılır” meyanında tepkilerle karşılaştım. Ancak yakın tarihte işlenmiş cinayetlerden biridir ve diğer bütün faili meçhuller gibi aydınlatılması şarttır. Bu iktidar döneminde hatta ilerde aydınlatılacağına dair umudum olmadığını da belirteyim. Konuyu iki ayrı kitabımda işlemiştim (AK Asker, Derin Dinciler), 15 Temmuz sonrası Emniyet’ten kitapları beşer adet talep ettiler. Elimde yoktu, piyasadan temin ettiler mi bilmiyorum.
Siyasi kulislerde Muhsin Yazıcıoğlu’nu MHP’den ayrılarak parti kurması için Fethullah Gülen’in desteklediği ileri sürülür. 12 Eylül öncesinin Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve Abdullah Çatlı’nın amiriydi. Ergenekon süreci hazırlanırken Rahip Santaro cinayeti, Hrant Dink cinayeti, Malatya misyoner cinayeti, Danıştay baskını gibi kanlı olayların failleri, partisine mensup insanlardı.
Ergenekon sürecinde Yazıcıoğlu, hukuk ihlallerini eleştirmeye başladı. Yargılamanın adil olması gerektiğini savundu. Bu kadarla kalmayıp partisinin bir kumpasla karşı karşıya kaldığını bazı odakların gençleri alet ettiğini söyledi. Bunları geniş bir basın toplantısıyla açıklayacağını ilan etti.
Ben işin teknik boyutuyla ilgili değilim. Çünkü bunlar zaten ortaya kondu, helikopterin düştüğü bölgeye infaz ekibi gönderildiği bile kanıtlandı sayılır. Bütün bunlara rağmen dosya hala sürüncemede. Bunun en başat nedeni, cinayetin o dönem iktidarının gayri resmi koalisyon ortağı tarafından tertiplenmesidir. FETÖ’nün devlete sızma çabası uzun yıllar öncesinden başlar ancak emniyet, yargı, TSK gibi kritik kurumları ele geçirmesi AKP iktidarında olmuştur. İsteyip de alamadığı bir şey kalmamıştır.
Hukuki ve teknik veriler olayın cinayet olduğuna dair şüphe bırakmıyor. Geriye failler kalıyor. Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra henüz cenazesi kalkmadan Fethullah Gülen’in Herkül adlı sitesinde konuya ilişkin bir röportajı yayınlandı. Ben ilk gün o röportajı izledim, kanım dondu. Can düşmanı oldukları bile hakkında böyle zalim değerlendirmeler yapmıyordu. O andan itibaren hiçbir şüphem kalmadı.
Yazının başlığı “Alperen ve Liyakat” idi. Çok uzun bir konuşma olduğu için çarpıcı bölümlerini aktaracağım. Yazıcıoğlu’nu liyakatten ayrılmakla suçluyordu. Daha da önemlisi, mürted yani dinden çıkmış ve kafir ilan ediyordu. İslam inancında mürtedin katli vaciptir. Anlayacağınız fetvayı veriyordu.
“Geriye adım atarsanız, irtidat bir insanın içinden sıyrılıp geldiği önemli yerden geriye dönüp yeniden eski şeyin içine girmesi demektir. Reddet tabiri ile kullanıyoruz, böyle bir şey yapana da geriye dönene de mürted diyoruz biz. Bunun din adına akide olanına hakiki, mutlak manada kafir olduğu manada bakıyoruz.”
Evet, işte bu bir ölüm fermanıdır.
FETÖ Lideri ardından Yazıcıoğlu’nun hizmet mürtedi olduğunu da açıklıyordu. Yani hizmet hareketi dediği FETÖ’den döndüğünü söylüyordu.
Gülen, liyakat kavramını açıklarken bir şeye uygun, yaraşır ve vazifeye ehil olma tanımını yapıyordu. Bunun tersi olan “istihkakın ise bir cezayı hak etme bir musibete açık hale gelme, bereketin kesilmesine sebep olma” anlamına geldiğini belirterek Yazıcıoğlu’nun cezasını kesiyordu.
Henüz cenaze kalkmadan, “zirveden derin bir çukura düşmek” gibi düşmana bile söylemenin abes düşeceği sözler sarf ediyordu:
“Aldansanız bile kimseyi aldatmayın. Çünkü aldatma bir günahtır. Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz. Bir Perşembe akşamı vefat edersiniz, bir Cuma günü cenazenize ulaşırlar.”
AKP’nin ortağının bu sözlerden haberi yok muydu? Olmaz olur mu? Neden gereğini yapmadı, yapmıyor? Çünkü FETÖ, o zaman AKP taşeronuydu.
Türkiye’de aydınlanma için önümüzdeki dönemlerde bizi bekleyen görev, Rahip Santaro, Hrant Dink, Danıştay baskını, Malatya misyonerleri gibi pek çok cinayetin aydınlatılmasıdır. Devlet içindeki yapılanmalar bunu önlese bile aydınlara düşen görev açık ve net şekilde faillerin ifşa edilmesidir.