Hardal tanesi turpun büyüğünden daha mı ağır?

Hüseyin Özalp

“Kıyâmet günü biz adâlet terâzilerini kuracağız da hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacak. Yapılan iş hardal tanesi kadar bile olsa, biz onu getirip mizana koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz!” (Enbiya Suresi 47. Ayet)

Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın huzurunda yaptığı konuşmada, hâkim ve savcılara adaletli olmaları için yukardaki ayet ile seslendi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, Kuran’ı referans almasına ve işin laiklik boyutuna girmeyeceğim. Bu ayrı bir tartışma konusu olabilir elbette. Bu sözleri Anayasa Mahkemesi Başkanı yerine Diyanet İşleri Başkanı'nın söylemesi elbette daha doğru olurdu. Anayasa Mahkemesi Başkanı, Anayasayı referans almalıdır.

Anlaşılan Anayasa Mahkemesi Başkanı, bugünkü iktidar sahipleri ve onun atadığı hâkim ve savcıların “dindar” olduğu varsayımıyla veya sırf kendisi dindar olduğu için dini duygulara hitap etmeyi tercih etmiş.

Erdoğan, 2012 yılında Konya’da yaptığı konuşmasında, “İşte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor” diyordu. Bu söylemini birkaç kez tekrar etti. Hatta Abdullah Gül bile o dönemde açıklama yaparak kuvvetler ayrılığını savundu.

Erdoğan, tek adam sistemine geçilmesiyle birlikte amacına ulaştı. Yasama, yürütme ve yargı erkleri tek elde toplandı.

Yargının iktidar sahiplerinin güdümünde hareket etmesi elbette yeni bir olay değil. Ancak yargı bağımsızlığı, darbe dönemlerinde bile AKP iktidarındaki kadar yara almadı demekle aşırıya kaçmış olmayız.

Erdoğan, Başbakanlığı döneminde Ergenekon davasının savcısı olduğunu söylemesiyle Türkiye’de yargı yeni bir sürece girdi. Gülen Cemaati’ne emanet edilen yargı erki, hiç olmadığı kadar siyasal iktidarın hizmetine girerek muhalefeti sindirme aparatı olarak kullanılmaya başlandı. AKP, sonradan kumpas olarak nitelediği bu davalardaki haksızlıkların sorumluluğundan "Cemaatin bizi aldattı" söylemiyle kurtulmaya çalıştı. Ancak unutulmamalı ki bu davalarda AKP işveren, Cemaat taşeron idi. Nitekim bugün savcı ve hakimler, siyasi davalarda FETÖ yöntemlerini kullanmaktan çekinmiyor.

Ekrem İmamoğlu hakkındaki yolsuzluk iddiasıyla başlatılan soruşturmadan önce Erdoğan’ın, “Turpun büyüğü heybede” demesi, yargı bağımsızlığına gölge düşüren bir söylem oldu. Anlaşılan o ki, tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi Erdoğan, İmamoğlu davasının da savcılığını üstlenmiş durumda.

Cumhurbaşkanlığı seçimindeki en güçlü rakibine karşı başlatılacak operasyondan aylar öncesinden haberdar olması, operasyon hazırlıklarının Saray’ın bilgisi dahilinde sürdürüldüğünü gösteriyor.

Bugün de tıpkı Ergenekon davalarında olduğu gibi yeni bir şafak operasyonu ve gözaltı davasıyla uyandık. Üstelik sanıkların eşleri, akrabaları da gözaltına alındı. Avukatlar, hatta avukatların avukatları da tutuklanmaya başlandı. İmamoğlu davası, sanıktan delile gidilmeye çalışılan, “bir daha gün yüzü göremezsin” tehditleriyle gizli tanık ve delil üretme yoluna başvuran bir kumpas davası haline geldi.

Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, bugün İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalarla birebir örtüşen bir soruşturma ve dava süreci geçirmişti. Bir farkla, Erdoğan tutuksuz yargılanırken İmamoğlu ve ekibinin evine şafak operasyonu yapılarak gözaltına alındı ve tutuklandı.

Yani Erdoğan’ın her fırsatta kötülediği eski Türkiye’de yargı, bugüne göre daha sağlıklı işliyordu. Erdoğan’ın 28 Şubat post modern darbe döneminde yargılandığını düşünürsek, 19 Mart darbesinin daha ağır bir süreç olduğu ortaya çıkar.

Kalsın benim davam divana kalsın

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın sözleri tartışmaya açık olsa da Türkiye’de adalet duygusunun derinden zedelendiği gerçeğine vurgu yapması açısından önemli. “Adaletle hükmedilmeyen yerlerde kargaşa olur. Düzen ortadan kalkar” diyor. Daha ne desin, tam da yaşadığımız günleri anlatıyor. Başkan şöyle devam ediyor:

“Bu bağlamda kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'in kimseyi en küçük bir haksızlığa uğratmayacak hardal tanesi ağırlığında iyi ya da kötü basit bir şey bile olsa yapılanları dosdoğru tartacak olan hassas terazilerin bir gün mutlaka kurulacağını bugün herkesi ve her şeyi sorguya çekerek adalet dağıtmaya çalışan ve geçici olan bizlere de sıranın geleceğini bizlerin de bir gün mutlaka sorguya çekileceğimizi söylediğini, aynı veya benzer kuralların diğer kutsal kitaplarda da yer aldığını belirtmem gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bir gün mutlaka mizan kurulacak bütün defterler dürülecek, hesabı bizden sorulacaktır. Hal böyle olunca o günler gelmeden bugünün kıymetini bilelim.”

Toplumumuzda, adaletsizlik ve zulüm karşısında mazlumların hakkını öbür dünyada araması eski ve yaygın bir anlayıştır. Anayasa Başkanı’nın sözleri, Pir Sultan Abdal’ın “Kalsın benim davam divana kalsın” sözlerini akla getiriyor.

Türkiye, AB uyum yasaları çerçevesinde hâkim sorumluluğu ilkesini yasalara taşımıştı. Buna göre hâkim ve savcılar verdikleri yanlış kararlardan sorumlu tutuluyordu. Örneğin, verilen yanlış bir karardan dolayı Anayasa Mahkemesi veya AİHM’in tazminata hükmetmesi durumunda devlet, bu cezayı hâkime rücu ediyordu. AKP’nin yaptığı ilk işlerden biri, hâkim sorumluluğunu kaldırmak oldu.

Hakimlerin verecekleri yanlış kararlardan sorumlu tutulmamaları, yargının hızla siyasi iktidarın güdümüne girmesini sağladı. Yani hâkim ve savcı ne kadar adaletsiz olursa olsun, mazlumların davası divana kalacak. Hâkim yaptığı işin sorumluluğunu hiçbir şekilde üstlenmeyecek. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın söylediklerini biraz da böyle okumak gerekir.

Kur’anı Kerim’de hardal tanesi benzetmesi birçok ayette yer buluyor.

İslam Ansiklopedisi’nde “hardal tanesi” vurgusunun önemini anlatmak için ağırlık değeri bile veriliyor. Bir hardal tanesinin ağırlığının, 0,000707 gram olduğu belirtiliyor.

Osmaniye’de bir çiftçinin geçtiğimiz aylarda ürettiği bir adet turp ise 6 kilo 724 gram olarak ölçülmüştü.

Turpun büyüğünün ağırlığı, bir hardal tanesinden yaklaşık dokuz buçuk milyon kat daha fazla.

Ancak Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın mantığıyla bakınca inananlar açısından Mahkeme-i Kübra’da bir hardal tanesi, turpun büyüğünden daha ağır basacak. Yani turpun büyüğü denilerek bir hardal tanesi kadar bile adaletsizlik yapılıyorsa hesabı sorulacak.

Yazının finalini Ali Şeriati’ye atfedilen söz ile yapalım:

“Zulüm yapan dindardan daha kötüsü, zalim bizden diye susan dindardır.”