14 Temmuz 1789’daki Fransız Devrimi için genel yorum, “Yakınçağ ve Milliyetçilik akımını başlattığı için Avrupa ve dünya tarihinde büyük bir dönüm noktası olmuştur” şeklindedir.
Merak etmeyin, Fransız Devrimi analizi yapacak değilim.
Tarihi değiştiren bu büyük olayın Türklerle bağlantısını anlatacağım.
Böylelikle de yaklaşan 14 Temmuz kutlamaları öncesi dünya ve Türkiye kamuoyunda hala kullanılan, doğru bilinen bir yanlışı düzeltmek istiyorum.
Konuyu yaklaşık 15 yıl önce yazmıştım.
Ama bu kez geniş bir şekilde ve daha çok okuyucuya ulaşabileceğini bildiğim Independent Türkçe’de yazmak istedim.
Fransız Devrimi öncesinde Versailles Sarayı’nda düzenlenen eğlenceler, verilen ziyafetler, zevk ve sefa havası, sefalet içinde yaşayan Parisliler arasında kulaktan kulağa yayılıyordu.
İçin için kaynayan Paris, Kral XVI. Louis’in, halk arasında çok sevilen Bakan Necker’i, 12 Temmuz 1789 tarihinde görevden almasıyla karıştı.
Bu olay, Fransız Devrimi’ni ateşleyen kıvılcım oldu.
Parisliler, önce kentin en büyük cephanelikleri olan Invalides ve Arsenal’ı basarak silahlandı, sonra da kral karşıtlarının zindanlarına atıldığı ve akla gelmeyecek türden işkencelerin uygulandığı cezaevi olarak bilinen, muhaliflerin çürütüldüğü Bastille Kalesi’ne doğru yürüyüşe geçti.
14 Temmuz 1789 tarihinde Parislilerin eline geçen Bastille’de, düşünülenin ve halk arasında dolaşan efsanelerin aksine, birisi akıl hastası toplam 7 adi suçludan başka kimse yoktu.
Parisliler, Bastille’in zindanlarından kurtaracağı kahramanları bulamamanın verdiği hırsla bu kaleyi korumakla görevli az sayıdaki askeri öldürdü.
Devrim yıllarında yıkılmasına karar verilen Bastille Kalesi’nden sökülen taşların bir bölümü, daha sonra Seine Nehri üzerine inşa edilen Concorde Köprüsü’nün tamamlanmasında kullanıldı.
14 Mayıs 1791 tarihinde hizmete açılan Concorde Köprüsü, taşları üzerinde yürümenin, monarşiyi çiğnemek anlamına geldiğini söyleyenlerin de etkisiyle, özellikle devrim yıllarında, Parislilerin en çok geçtikleri köprü oldu.
Yine devrime dönersek, Bastille’den yürüyüşe geçen Parislilerin bir bölümü, kente 20 km uzaklıktaki Versailles Sarayı’na yöneldi.
O sırada Kraliçe Marie Antoinette kahvaltı etmektedir.
Hizmetçilerin uyarısı üzerine, saray çevresinde olup biteni anlamak için balkona çıkan Marie Antoinette’i gören Parisliler, “Açız, ekmek bulamıyoruz” diye bağırmaya başlar.
İşte bunun üzerine Kraliçe, tarihe yer eden o ünlü önerisini dillendirir: “Ekmek yoksa pasta yiyin.”
Marie Antoinette’in geçmişini bilmeyenler, elbette bu sözlere isyan eder. Kraliçe, gerçekten pasta mı demişti?
Bunu anlamak için Viyana’ya gitmek gerekiyor.
Antoinette bir Avusturya prensesidir.
Avrupa hanedanları arasında kız alıp vermek hem barışı hem de ittifak kurulmasını sağladığı için çok yaygın olarak uygulanıyordu.
Avusturya’nın sevilen prensesi Marie Antoinette ile Fransa Kralı XVI. Louis de bu nedenle evlendirilmişti.
Her Avusturyalı gibi, sabah kahvaltısında, ülkenin milli yiyeceği olan ayçöreği yiyen Marie Antoinette, Fransa’ya gelin giderken sabah kahvaltılarında mutlaka ayçöreği bulunmasını da koşul olarak bildirmişti.
Bunun üzerine Versailles Sarayı’nın aşçıları ve ekmekçisi ayçöreğinin yapılışını öğrenmişti.
Marie Antoinette ise Avusturya’da halkın günlük yiyeceği olan ayçöreğinin Parisliler tarafından da kolayca bulunduğu varsayımıyla, ‘Ekmek yoksa pasta yesinler’ sözünü ederken, ‘Croissant’ yesinler demek istiyordu.
Belki de Antoinette’in bu sözlerini duyanlar, ‘Croissant’ın geçmişini bilmediklerinden, ayçöreğinin pasta olduğunu düşündüler.
Antoinette’in Paris’e getirdiği bu çörek, ancak devrimden sonraki yıllarda Fransızcada ‘Hilal’ anlamına gelen “Croissant” (kuruvasan) adıyla başkentten başlayarak tüm ülkeye ve Avrupa’ya yayılacaktır.
Marie Antoinette’e haksızlık yapılıp yapılmadığı konusunu bir kenara bırakarak, şimdi de Fransızların o çok övündükleri ‘Croissant’ın Türkler sayesinde nasıl ortaya çıktığını anlatalım.
Ayçöreğinin Türklerle olan ilişkisi pek bilinmez.
Aslında bilinmesi de istenmez.
‘Croissant’ın öyküsü Osmanlı ordularının 1683 yılında Viyana’yı ikinci kez kuşatmasıyla başlar.
Uzun süren kuşatma Viyanalıların direncini iyice kırmıştır.
Kente girmek için türlü yollar deneyen Türkler, son çare olarak, lağımcıların yani tünel kazıcıların açtığı tünelleri kullanacaktır.
Sonunda beklenen gün gelmiş, tünellerin ucu hedeflenen yerlere ulaşmış, buralara yerleşen Türk askerleri hücum emrini beklemeye başlamıştı.
Artık gece yarısı olmuş, tüm kent, direnişin de verdiği yorgunlukla uykuya dalmıştı.
Bu saatlerde uyanık olan ve çalışan yalnızca ekmekçilerdir.
Lağımcıların açtığı tünellerden ilki, işte bu ekmek fırınlarından birinin ortasına çıkmaktadır.
Tünelin ağzındaki son toprak atılıp Türk askerleri hamur yoğuranların ortasına çıkınca, ilk şaşkınlığı geçen ekmekçiler alarm verir ve uyumakta olan kent uyanarak yeniden direnişe geçer.
Tünellerden daha fazla asker çıkmasını engelleyen Viyanalılar kısa sürede Türkleri geri püskürtür.
Savaşın da kaderi değişir.
İşte o günün anısına Viyanalı ekmekçiler ‘Hilal’ biçiminde ayçöreği yapmaya başlar.
Tünelden çıkan askerlerin başındaki miğferlerin üstünde ve Osmanlı bayrağında hilal bulunduğu, ayrıca o gece gökyüzündeki ay hilal olduğu için çörekler hilale benzetilir.
Türkler karşısında kazanılan zaferi simgelediği düşüncesiyle her sabah ayçöreği yemek, Avusturyalılar arasında bir geleneğe dönüşünce, ayçöreği, zengin, yoksul herkesin ulaşabileceği bir yiyecek olur.
Bu olaydan birkaç gün sonra, Viyanalıların yardımına Polonya Kralı III. Jean Sobieski komutasında, yarısı Polonyalılardan diğer yarısı da Almanlardan oluşan 65 bin kişilik bir ordu yetişecek, Türkleri kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda bırakacaktır.
Bir kez daha Marie Antoinette’e dönecek olursak, Avusturyalı prensesin şanssızlığı daha 14 yaşındayken, 16 Mayıs 1770 tarihinde Fransa tahtının varisi, 16 yaşına yeni girmiş XVI. Louis ile evlenirken başlamıştı. Düğünün ardından şimdiki Concorde Meydanı’nın bulunduğu alanda yeni evliler şerefine havai fişek gösterisi düzenlenmiş, bu sırada çıkan panik, 132 kişinin ezilerek ölmesine neden olmuştu.
Faciayı duyan Marie Antoinette ve XVI. Louis’in kız kardeşi Elisabeth gözyaşlarına boğulurlar.
Yaşananların ardından, Parisliler arasında, Marie Antoinette’in uğursuz olduğu ve aynı meydanda gözyaşı dökerek öleceği söylentisi yayılır.
Yıllar sonra bu öngörü gerçekleşecektir.
Bir süreliğine Devrim Meydanı adı da verilen bu alanda kurulan giyotinde idam edilen 1350 kişi arasında, Kral XVI. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette de vardır.
Bitirmeden bir not daha verelim, kimi Fransız kaynaklarına göre ise ‘Croissant’, Türklerin Avrupa’daki ilerleyişine son verilişin ve toprak kaybetmeye başlamalarının simgesidir.