Öncelikle belirtmekte yarar görüyorum:
Deprem üzerinden iktidara saydırmamı bekleyenler bu yazıyı okumasın.
Aynı şekilde deprem üzerinden muhalefete saldırmamı bekleyenler de yazıyı görmezden gelsin.
Çünkü ben bu iki kalıba da girmem ve kendimi sınırlandırmam.
Türkiye’yi 9 saat ara ile vuran 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki depremi, yerli ya da yabancı birçok uzman ‘asrın felaketi’ olarak adlandırdı.
İlk depremin insanları uykularında yakaladığını ve yıkılan bina sayısını düşünürsek, ölü sayısının 100 bine ulaşabilme ihtimali hiç de şaşırtıcı olmaz.
Öyle bir felaket ki bu
etkilediği alan birçok Avrupa ülkesinden daha büyük,
etkilenen nüfus ise yine birçok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla,
ortaya çıkardığı enerji 500 atom bombasınınki kadar,
ve tam 110 saniye boyunca 10 ili salladı.
Yıkımın büyüklüğünü, felaketin boyutlarını yerinde görünce insan dehşete düşüyor.
Rahat bir ortamda televizyon ekranlarından izlenen manzaralardan bu depremlerin yarattığı yıkımı anlamak mümkün değil.
Depremlerin duyulmasının ardından siyaset, medya ve sosyal medya cenahlarından ortaya atılan iddialar, eleştiriler, suçlamalar, sert açıklamalar, haberler, röportajlar ise başka tür bir yıkıma neden oldu.
Türkiye’yi 20 yıldır yönetenlere yapılacak eleştiri ve suçlamalar fazlasıyla var. Bundan kimsenin şüphesi yok.
Başlangıçtaki eksiklikler, gecikmeler, koordinasyonsuzluk, yetersiz hazırlık ve daha birçok konuda iktidar eleştirilmelidir. Bundan da kimse şüphe etmesin.
Ancak insanlar büyük bir şok yaşarken, yakınlarını, ailelerini, komşularını, dostlarını, evlerini kaybetmişken, enkaz altında can çekişirken ya da kurtarılmayı beklerken, ortalığı siyaset meydanına dönüştüren çıkışların hiç ama hiç sırası değildi.
‘Devlet ortada yok, biz varız, belediyelerimiz var” söylemlerinin sırası hiç değildi.
Herkes neye uğradığını anlamaya çalışırken, en sert muhalif benim havalarında deprem alanında, yetmedi evinin mutfağından kabadayılık taslamanın da sırası değildi.
Özetlemeye çalıştığım davranış ve söylemler, ortaya felaketten oy devşirme görüntüsü çıkarmaz mı?
Oysa yapılması gereken felaketin başından itibaren büyük bir ağırbaşlılıkla, soğukkanlılıkla ve olgunlukla, bölgedeki insanların yanında olmaktı.
İnsanlara dokunmak, onlarla konuşmak, kucaklamak ve moral vermekti.
Birlikte tüm bunları aşacağız demekti.
Çünkü zaman siyaset yapma değil, birlik olabileceğimizi hissettirme zamanıydı.
Bu son sözümü klişe bulanlar olacaktır, ama ‘Devlet aklı’ bunu gerektirir.
Bu felaket bize gösterdi ki ‘Devlet aklı’ maalesef birçok siyasetçide yokmuş.
Bana göre tek bir genel başkan dışında siyasetçiler sınıfta kaldı ve kamplaşmayı her durumda başarabileceklerini kanıtladılar.
Kargaşa ortamında, herkesin dikkati başka yerlerde iken öfkeyle ağzına geleni söylemek, siyasetçiye bir şey kazandırmaz. Sadece fanatik taraftarlarını tatmin eder.
Oysa ortalık durulduktan sonra dikkatler yeniden toplanmışken doğru verilerle sakin bir şekilde yapılan eleştiri ve açıklamalar, toplumun her kesiminde yankı bulur.
Herkesin birbirini şov yapmakla suçladığı bir ortamda bu sözlerin bir anlamı olmadığını biliyorum.
Medya böylesi zamanlarda bölgeden haberlerin kamuoyuna ulaştırılmasında büyük öneme sahiptir. Ama bazı medya kuruluşları da bana göre sınıfta kaldı.
Sırf muhalefet yapabilmek için her türlü konu ve gelişmeyi olumsuz kalıplara sığdırarak vermeye çalışanları, konuşturdukları herkesi iktidara vurdurma derdiyle yanıp tutuşanları gördük.
Aynı şekilde felaketin boyutlarını küçülterek vermeye gayret edenleri, yakınmaları, haykırışları, eleştirileri kısmaya, yok saymaya çalışanları da gördük.
Neyse ki objektif olmaya, sadece habercilik yapmaya çalışanlar da vardı.
Adına youtuber denilen dangalaklar ise sosyal medyanın yüz karası oldu.
Kimi siyasetçiler oy derdindeyken youtuber dangalakları daha fazla ‘Like’ derdindeydi.
Felaket bölgesinden fotoğraf, video paylaşarak, canlı yayın yaparak takipçilerini coşturma derdine düşenlerin samimiyetine inananlara sözüm şu: bu konuda beni kimse kandıramaz.
Ben de deprem bölgesine gittim ve kendime göre işe yaramaya çalıştım.
Ancak ne yıkık enkazların önünden ne de darmadağın olmuş yollardan, yerlerden tek bir fotoğraf ya da video paylaşmadım.
Duygu dolu cümleler eşliğinde ne kadar da yardımsever olduğumu gösterecek paylaşımların derdine düşmedim.
Sadece ben değil sahada gördüğüm ve kamuoyunun tanıdığı nice isimler de böylesi paylaşımlara tenezzül etmedi. O isimleri burada yazsam hadi canım dersiniz.
Oraya acıları paylaşmaya, yardım etmeye, yabancı kurtarma ekipleriyle çalışmaya gittik ve gideceğiz.
Gerçekten büyük bir özveriyle çalışan birçok yabancı siyaset, medya ve sosyal medyada olup bitenleri öğrendiklerinde tepkileri, “Başka işleri yok mu? Konuşmakta niye bu kadar acele ediyorlar? Bir yere mi yetişecekler” şeklinde oldu.
Bu felaket Türk toplumunun nasıl bir çelişki içinde olduğunu da gösterdi.
Bir tarafta ülkenin her tarafından ve her kesiminden depremzedelere yardım için seferber olan bir toplum diğer taraftan ise deprem üzerinden ayrışan birbirine saydıran toplum.
Eleştiriler yapılacaksa öncelikle EMASYA yani ‘Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma’ Protokolünün kaldırılmasından başlamak gerekir.
İktidarın en büyük hatalarından biri EMASYA’yı kaldırmasıydı.
EMESYA, felaket anlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiç vakit kaybetmeden arama kurtarma faaliyetlerine katılımını sağlıyordu. Güvenliğin temin etmekle görevlendirilmesine fırsat veriyordu.
Asker hemen sahaya iniyor seyyar mutfaklar, tuvalet ve duşlar kuruyordu.
Kurtarma çalışmalarına başlıyor, sağlık hizmeti veriyordu.
Hepsinden önemlisi ise felaketin hemen ardından askeri yanında gören insanımız kendini güvende hissediyordu.
Bir başka eleştiri ise askeri hastanelerin kaldırılması üzerinden yapılabilir.
Bilindiği üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her şartta görev yapabilecek şekilde yetiştirilmiş doktor ve sağlık personeli vardı. Bu personel askeri hastanelerde görevliydi. Askeri hastaneler kapanmamış olsaydı, gönderilecek ilaç ve personel ile deprem bölgelerine büyük katkı sağlayacak, başka makamlardan izin isteyerek zaman kaybı yaşanmayacaktı.
Fransa, Belçika ve birkaç ülke daha depremlerin vurduğu bölgeye sahra hastaneleri kuruyor.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin NATO’nun en büyük ordularından biri olduğu biliniyor. Böyle bir ordunun sahra hastanesi kurma yetkisi ve yeteneği neden kaldırıldı?
Daha önce de söyledim; gün zamanı geldiğinde hesap soracağız, konuşacağız, tartışacağız bilinciyle hareket ederek sessizliğini koruyup birlik olma günü.
Zaman, ortalık sakinleştikten sonra kullanılmak üzere her türlü veri ve bilgiyi toplama zamanı.
Zaten yıllarca konuşmaya, tartışmaya belki de ders almaya yetecek nice olaylar ve bilgiler ortaya çıkacak. Bu acele neden?
Bugün iktidarda olanların 1999 depreminde yaptıkları o sert ve acımasız eleştirileri unutmadık.
Ortalık durulduktan sonra iktidara yönelik eleştirilere önce 1999’da söyledikleri hatırlatılarak başlanabilir.
O ‘Devlet aklı’ dediğim erdemin, 1999 depreminde muhalefette olanlarda neden bulunmadığı hatırlatılabilir.
Bu depremlerin iktidarı salladığı, seçim sonuçlarına etki yapacağı, değişimin kaçınılmaz olduğu iddia ediliyor.
Bu tür iddiaları binlerce insanımızı kaybettiğimiz koronavirüs salgını, büyük orman yangınları, sel baskınları ve heyelanlar sırasında da hep duyduk.
İktidarın gidişi için ekonomideki çöküşten, salgınlar ve doğal felaketlerden medet umar görüntüsü vermek muhalefete yakışır mı?
İktidarı değiştirmenin yolunun halka ulaşmaktan, yapılacakları anlatmaktan, insanları ikna etmekten geçtiğini bilmiyorlar mı?
Uzun yıllardır halka ulaşmanın yollarını anlatmaktan, yazmaktan ve ilgilileri ikna etmeye çalışmaktan yorulduk.
Onlar ise sadece sert konuşmalarla iktidarı bitireceklerine inanmaktan yorulmalıdır.
Ne demek istediğimi beni bilen anlar. Konuya ilişkin yayınladığım sayısız makale, proje ve kitapları okuyan bilir.
Yardımlar konusunda şahit olduğum tuhaf bir olayı da anlatmadan geçmeyelim.
Depremzede yaşlı bir çift dağıtılan yardım kolilerden almış bir köşede açıyordu. Koliden çıkanları ayırırken bir kutuya uzun süre baktılar. Şaşkınlık içinde ‘bu ne?’ diye bana sordular. Anlamaya çalıştıkları kutu prezervatif kutusuydu. İstanbul’un önemli bir ilçesinden gelen bu koliyi hazırlayanlar belli ki depremzedelerin ilk ihtiyaçları konusuna farklı bir pencereden bakmışlar. Diyecek söz bulamadım.
Şimdi birçok okuyucu devlet aklıyla hareket eden tek Genel Başkan kim diye soracaktır.
Zaten olaylara soğukkanlı bir şekilde yaklaşanlar onun kim olduğunu anlamıştır, ama ben de yazacağım.