Cumhurbaşkanlığı seçimine sayılı günler kala Türkiye’deki kutuplaşma giderek büyüyor ve çok tehlikeli boyutlara doğru ilerliyor.
Kutuplaşma nedir ne değildir onu açıklamaya çalışalım.
Siyasi parti taraftarlarının takım tutar gibi parti tuttukları söylemi sıklıkla dile getirilir.
Bu değerlendirmeyi doğru bulmam.
Siyasi parti taraftarları toplumdaki kutuplaşmanın taraflarıdır.
Onlar maçı yani ülkede olup bitenleri bir spor salonunda ya da stadyumdaymış gibi izlemez, daha doğrusu izlemek istemez.
Bu yüzden de fotoğrafın tamamını göremez.
Oysa spor takımı taraftarları sahadaki iki takımı, hakemleri ve karşı takım taraftarlarını da izler, yani resmin bütününe bakar.
Kutuplaşmış toplumlarda bir taraf diğer tarafı görmek istemez ve görmemek için elinden geleni yapar.
Çünkü kendi doğrusu vardır ve onun dışında hiçbir gerçeği, olguyu, bilgiyi görmek, öğrenmek, anlamak istemez.
Bunlarla karşılaşmamak için elinden geleni yapar, bu nedenle de karşı tarafı yok sayar.
Karşı kutuptaki gelişmeleri sadece kendi tarafındaki gazetecilerin, siyasetçilerin, yorumcuların anlattıklarından öğrenmeyi tercih eder.
Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, kutuplaşmış bir toplumda konulara, sorunlara, gelişmelere kan davası güdercesine bakılır.
Kişiler, sahip oldukları meziyetler ve liyakat üzerinden değil hangi tarafta bulunduğu, ‘bizden mi yoksa onlardan mı’ şeklindeki ayrıştırıcı bir anlayış ile değerlendirilir.
Ülkemizdeki kutuplaşmayı en iyi görebileceğimiz alanlardan biri de medyadır.
Her kutup genellikle kendi televizyon kanalını izler ve karşı tarafın kanallarını açmaz.
Durum böyle olmasına rağmen herkes kendi kanallarının tarafsız olduğunu şiddetle savunur.
Diğerlerine ise taraflı olduğunu söyleyerek tepki gösterir.
Özellikle televizyonlardaki programlarda, sosyal medya platformlarında karşı tarafa laf sokan gazetecilerin, siyasilerin, liderlerin ne söyleyecekleri merakla beklenir.
Onların ağzından çıkanların karşı tarafın canını acıttığı varsayılarak mutluluk hali yaşanır, ama aslında bu durum kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
Çünkü o sevindikleri laf sokmalar kendi kutuplarında kalır, dışarıya yansımaz.
Çıksa da kendini kapatmış karşı kutbun duvarlarını aşıp diğerlerine ulaşamaz.
Yani her kutup kendi söyler kendi dinler, böylelikle diğer kutba karşı her geçen gün daha da düşmanlaşır.
Kutuplaşma, toplumda bir kesimin diğer kesimi sadece ötekileştirmesiyle sonuçlanmıyor.
Ötekileştirilen süreç içinde şeytanlaştırılır.
Çünkü şeytanlaştırma kendi varlığını koruyabilmenin yolu olarak görülür.
Empati yapamayan, kendini karşıdakinin yerine koyamayanlar için şeytanlaştırma çok doğaldır.
Türkiye’deki kutuplaşma işte tam da bu yönde ilerliyor.
Sosyal medyada hızla yayılan ve bazı siyasilerin de dillendirdiği ‘Bu son seçim’ söylemi ötekileştirme aşamasından şeytanlaştırmaya geçişin somut göstergesidir.
Kutuplaşmış bir toplumda ‘Objektif’ olmak her iki tarafın da hedefi haline gelmek demektir.
Bu durumu yaşadıklarım üzerinden de anlatabilirim.
Son dönemde ana akım medyadaki televizyon kanallarındaki tartışma programlarına katılmaya başladım.
CNN Türk’te katıldığım programların ardından gelen mesajlar, ‘Objektif’ olmanın kimi izleyiciler tarafından nasıl değerlendirildiğini bir kez daha anlamamı sağladı.
Benim de kendime göre dünya görüşüm ve oy vereceğim bir siyasi parti var, ama bunu öne çıkarmıyorum.
Katıldığım programlarda tüm taraflara eşit mesafede olduğumu gösteren objektif değerlendirmeler yapmaya dikkat ediyorum.
Bu tavrımı takdir edenler olduğu gibi hakarete varan yorumlar yapanlar da var.
Programların ardından aldığım mesajlardan iki örnek vererek durumu anlatmaya çalışayım.
Bir izleyici mesajında, “Yazıklar olsun sana Gürbüz Evren, yandaş kanala çıkmış konuşuyorsun. Sende mi döndün?” diyordu.
Bir diğer izleyici ise Kılıçdaroğlu’nu sert sözlerle eleştirmemi beklediğinden olsa gerek “Seccadeye ayakkabılarıyla basarak dinimizi ayaklar altına alan Kılıçdaroğlu’na sesini yükseltmiyorsun. Sen de bu din düşmanı takımdan mısın?” yorumunu yapıyordu.
Aşırı derece kutuplaşmış bir toplumda benden istenen ya Erdoğan’ı ölümüne savunup Kılıçdaroğlu’na saldırmak ya da Kılıçdaroğlu’nu sorgusuz sualsiz hatta taparcasına savunup, Erdoğan’a ağzıma geleni söylemektir.
Ölümüne kutuplaşmış toplumumuzda bunun ortası yok ve olamaz.
Soru şu: 14 Mayıs sonrasında tansiyon düşer, kutuplaşma geriler mi?
Elimizdeki tüm veriler, kutuplaşmanın bırakın gerilemeyi seçime kadar ve sonrasında maalesef daha artacağını gösteriyor.