Bugün Çağlayan Adliyesi önünde binlerce insan toplandı. Ama bu sıradan bir kalabalık değildi. Bu insanlar, adaletin bir zümrenin elinde oyuncak olmasına, hukukun belli kesimlere ayrıcalık tanırken başkalarını ezmesine karşı çıkmak için bir araya gelmişti. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararlarının yok sayılmasını, hukukun kişisel hesaplarla eğilip bükülmesini reddetmek için oradaydılar.
Hukuk devletinin en temel prensibi bellidir: Kurallar, herkes için eşit şekilde uygulanır. Ancak bugün geldiğimiz noktada, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımayan bir yargı mekanizması ile karşı karşıyayız. Anayasa’nın en üst norm olduğu gerçeği görmezden geliniyor, hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku dayatılmak isteniyor. İşte bu yüzden Çağlayan’daki kalabalık, sadece bir davanın değil, sistematik bir hukuksuzluğun karşısında olduğunu gösterdi.
Fakat her zaman olduğu gibi, bunu içine sindiremeyenler de oldu. Adalet talep eden kalabalıkları "gösteri" olarak küçümseyenler, hukuksuzluğu normalleştirmeye çalışanlar, hukuku sadece kendi işlerine geldiği gibi yorumlayanlar bugün yine sessiz kalmayı seçti. Bazen hukuksuzluğu açıkça savunarak, bazen de görmezden gelerek… Ama gerçekler ortada: Hukukun bir gün herkese lazım olacağını unutanlar, hukuksuzluk karşısında sessiz kalanlar, günü geldiğinde en çok hukuka ihtiyaç duyanlar olacaklar.
Bugün Çağlayan Adliyesi’nin önünde yükselen ses, sadece İstanbul’un sokaklarında yankılanmadı. Bu ses, herkes için bir hatırlatma oldu: Adalet, susturulamaz. Hukuk, kişisel çıkarlara göre eğilip bükülemez. Ve en önemlisi, hukuksuzluk karşısında susmak, bir gün o hukuksuzluğun kurbanı olmayı kabul etmektir.
Sindiremeyenler olabilir, hatta sindirmek istemeyenler de. Ama bu gerçekleri yok saymak, onları değiştirmeyecek. Bugün Çağlayan’da olanlar, tarihe bir not düştü. Ve bu not, er ya da geç herkesin önüne çıkacak.