Türk lobisi, Ermeni lobisinden daha güçlü, tek engel Hataylı Haddad

Ertuğrul Özkök

Türk lobisi, Ermeni lobisinden daha güçlü, tek engel Hataylı Haddad

Hataylı Haddad kim birazdan anlatacağım, ama önce şu konuda bir anlaşalım.
Disney'in Atatürk filmi ile ilgili kararında oraya buraya saydıran arkadaşlara da ben saydırmak istiyorum.
"Yok Ermeni lobisiymiş, yok şuymuş yok buymuş…"
Arkadaşlar bir dakika…
Ermeni lobisi efsanesi 20. yüzyılda kaldı.
Farkında değil misiniz, bu dünyada artık Türk lobisi, Ermeni lobisinden çok ama çok daha güçlü…

Hâlâ anlamadınız mı Ermeni lobisi değil, kötü yönetim

Önce bir yanlış anlamayı düzeltelim.
Disney Plus'un, "Atatürk" filmini platformda yayınlamaktan vazgeçmesinin Ermeni lobisi ile yakından uzaktan ilgisi yok.
Tam bir "Mismanagement" yani kötü yönetim olayı bu.
Disney'in durumu ile ilgili çok bilgilendirici bir yazı okumak isteyenler, Murat Ülker'in Linkedin sayfasında yayınladığı, "Eski CEO yeniden görevde; Disney'de işler düzelecek mi?" başlıklı yazıyı tavsiye ederim.

Nereden çıktı bu Ermeni lobisi palavrası?

Şuradan çıktı…
ANCA adlı Ermeni kuruluşu, Disney'in bu kararını fırsat bilip üzerine atladı.
Anlayacağınız, son zamanlarda işsiz güçsüz kalan adamlar "biz de varız" diyebilmek için "durumdan vazife çıkardı…"
Bizden ve bizim "vuvuzela" sosyal medyamızdan başka bunu yutan çıkmadı…

Külliye'deki törene gelen Paşinyan, niye girmedi bu topa?

Peki hiç dikkat ettiniz mi, ANCA denilen Ermeni teşkilatı dışında Atatürk filmine değinen, tartışan, üzerine açıklama yapan bir devlet, bir kurum kuruluş oldu mu…
En önemlisi de Ermenistan ne dedi bu konuda…
Tek kelime etmedi…
Türkiye'nin yeminli öteki düşmanları girdi mi topa…
Mesela abuk sabuk Yunan dernekleri veya kişileri…
Kimsede tık yok…
Neden mi?
BİR; Böyle bir konu umurlarında değil…
İKİ; Asıl önemlisi artık karşılarında Türkiye gibi bir devlet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi güçlü bir uluslararası figür var…

Erdoğan seçimi kaybetseydi şunu açıkça söyleyecektim

Seçimden önce bir televizyon programında şunu söylemiştim:
"Eğer bu seçimde Erdoğan kaybederse, arkasından yazacağım ilk yazıda şunu söyleyeceğim. Erdoğan'ı istediğiniz kadar eleştirebilirsiniz. Ben de eleştiriyorum. Ama bir şey var ki onu kimse inkâr edemez…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünyanın bütün devletlerinin kafasına şunu soktu:
"Türkiye büyük ve güçlü bir devlettir…"
Karabağ'ın kurtuluşu olayında bütün dünya bunu açıkça gördü.
Yani Türkiye ile asla oynamayın…
Şurası bir gerçek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, artık bütün dünyanın dikkate aldığı bir lider.
Ve Türkiye de dikkate alınması gereken gerçek bir askeri ve ekonomik güç…
Televizyon dizilerimizin yarattığı "soft power"ı da buna ekleyin…
Bu gücün karşısında Ermeni lobisinin gürültüsü sinek vızıltısı bile kalamaz.
Lütfen artık biz de şu üzerimize sinen "Ermeni lobisi" fobisinden kurtulalım.

Şimdi sıra dün önüme gelen Hataylı Haddad meselesine

Ancak Türkiye'nin de hâlâ bu gücünün etkisini azaltan, çok önemli bir sorunu var.
Bu sorun nedir, göstermek için şimdi sizi alıp bir başka ülkeye götüreceğim.
Brezilya'ya…
Dün önüme çok önemli bir analiz haber geldi.
Yabancı yatırımcıların Brezilya'ya ilgisi artıyormuş.
Haberi okuyunca şaşırdım.
Çünkü Brezilya Devlet Başkanı Lula, sol eğilimli bir siyasetçi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çok benzeyen sağ popülist Bolsonaro'yu seçimde 1 puan farklı yenerek seçilmişti.
Yatırımcılar, solcu bir liderin ekonomiyi yönetemeyeceği endişesi taşıyordu.

Solcu Lula, "ben ekonomiyi değil, ekonomiyi iyi bileni bilirim" dedi

Ancak Lula, onları şaşırtan bir şey yaptı.
"Ben ekonomiyi çok iyi bilirim" demek yerine, "Ben ekonomiyi çok iyi bilen iki kişiyi göreve getirmeyi bilirim" dedi…
Ve iki kişi buldu: Güçlü bir Merkez Bankası Başkanı ve Maliye'nin başına bir Kemal Derviş getirdi.
Kendisi kenara çekilip, bu iki kişinin önünü açtı.
Ya onlar ne yaptı?
Çok basit iki şey…
Merkez Bankası Başkanı, Lula'nın itirazlarını zerre kadar dinlemeyip, bağımsız bir politika izledi.
Faizleri Lula'yı delirtecek kadar yüksek seviyede tuttu.

Maliye'ye getirdiği Hataylı Haddad bakın ne yaptı?

Maliye Bakanı'na gelince…
Orada biraz duralım…
Bir kere Maliye Bakanı Fernando Haddad, Türkiye için tanıdık ve akraba bir isim.
Hatay'dan göç etmiş Hıristiyan bir ailenin çocuğu…
Aldığı eğitim, yaptığı işler bakımından tipik bir Kemal Derviş profili…
Peki Hataylı Kemal Derviş ne yaptı?
Çok basit bir şey…
Brezilya parlamentosunu harekete geçirdi, başkanlık sarayında alınan gece yarısı kararnameleri yerine, parlamentonun tartışıp çıkardığı kanunlarla ekonomiyi yönetmeye başladı.
Yani ekonomi yönetim sürecini demokratikleştirdi.

İlk sonuç: Fitch ülke kredisini yükseltti

İlk sonuçları söyleyeyim.
Yabancı yatırımcıların ekonomi politikaları konusunda yüzde 90 olan güvensizlik oranını yüzde 40'a indirdi.
Nisan'da yüzde 12 olan enflasyonu yüzde 3,2'ye indirdi.
Fitch, geçen ay 27 Temmuz günü, Brezilya'nın uzun vadeli döviz cinsinden dış borç kredi notunu ilk kez yükseltti.
Evet, Bolsonaro'nun tipik otoriter popülist politikasından vazgeçip, demokratik yola giren Brezilya bunun ilk olumlu sonuçlarını alıyor.

Biz de artık adını koyalım bu basbayağı Kemal Derviş modeli

Brezilya'nın başarı ile uyguladığı bu model, 2001 yılında Türkiye'nin uyguladığı, "Kemal Derviş modelinin" bire bir aynısı.
Brezilya ve Türkiye birbirine çok benzer bir "popülist rejimle" yönetiliyordu.
İki ülkede yakın aralarla seçim yapıldı. Brezilya'da popülist Bolsonaro rejimi seçimi kaybetti.
Türkiye'de ise Erdoğan kazandı.
Brezilya seçim sonrası bunları yapıyor.
Türkiye'de ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki konuda eski yanlışlarından vazgeçti. Yani kendi alternatifini bizzat kendi yarattı.
Dış politikada ve ekonomide yanlışlardan dönüldü.
Erdoğan dış politikayı, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a; ekonomiyi ise tıpkı Lula'nın yaptığına benzer şekilde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan'a delege etti.
Çok da iyi yaptı…

Erdoğan, iki alanı delege etti ama şimdi Türkiye'yi "korku" yönetiyor

İşte tam bu noktada asıl soruna geliyoruz…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iki alanı delege ederken, bir alanı başka bir duygu yönetiyor.
Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi tutukluları politikası…
Yani yargı ve adaleti…
Açıkça yazayım ve kimse alınmasın.
Erdoğan, dış politika ve ekonomiyi delege etti ama ülkeyi yöneten duygu "korku…"
Yani şu anda bu rejimi yöneten, ekonomi ve dış politikadaki akılcılık ve liberal eğilim değil, korku…

Erdoğan korkuyu yıkıp, saygıyı yönetmeye başlarsa

Nacizane görüşüm şudur.
Cumhurbaşkanı, asıl bu politikayı bizzat kendisi değiştirip, ülkeyi yöneten bu korku duygusunu bertaraf etse ve bu saygıyı kendisi yönetmeye başlarsa…
Adalet, insan hakları, hakkaniyet, liyakat, özgürlük konularında yepyeni bir açılım yaparsa…
İşte siz asıl o görün görün Türkiye'nin ve Erdoğan'ın gerçek gücünü…
Bugün Ermeni lobisinden de, Rum lobisinden de daha güçlüyüz.
Ama kabul edelim ki bunu sadece devletin gücüyle yapıyoruz.
Bunun bir de saygıya çevirebilirsek…
Asıl güç işte odur…

Sayın Cumhurbaşkanı; siz 2001 krizini nasıl aştınız?

Seçim sonrası konuşabilmek mümkün olsa cumhurbaşkanımıza şunu söylemek isterdim:
Sayın Cumhurbaşkanı lütfen şunu hatırlayınız..
2001 yılında devraldığınız ekonomik krizi, hiç komplekse kapılmadan, Kemal Derviş programını aynen uygulama gerçekçiliği ve asıl önemlisi demokrasi ve parlamentoyu işleterek aştınız.
O günlerde Türkiye dünyanın yükselen yıldızıydı.
Yunanistan 2008 krizini, demokrasisinden zerre kadar taviz vermeden, tam aksine komünist bir partiyi seçimle işbaşına getirerek aştı.
Ve bugün Brezilya'da yeni başkan, yüzde 1 oy farkı ile aldığı iktidarı, popülist lider Bolsonaro'nun bıraktığı baskıcı otoriter, korkuya dayalı mirasını, demokrasiye, adalete tahvil ederek özgürlükçü bir başarı hikâyesine çevirmeye doğru gidiyor.

Bir grande finale için en basit formül

Bütün bunlar hepimize rahmetli Özal'ın vasiyet gibi, şu sözlerini hatırlatmıyor mu:
"Hiçbir ülke, üç hürriyeti olmaksızın kalkınamaz…
Düşünce ve ifade hürriyeti; inanç hürriyeti; girişim hürriyeti.."
Erdoğan'ın "Grande Finale'si" için çok açık ve basit bir formül…