Aynı gün, aynı haber, insana, ülkesine karşı hem umut hem de umutsuzluk verebilir mi…
Oldu işte.
Önce harika haber geldi.
Türkiye ve İtalya, 2032 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı ortak düzenlemek için başvuruda bulunmuş.
Acayip sevindim.
2032'de Türkiye-İtalya yan yana... Niye çok sevindim?
İki nedenden…
BİR; Türkiye’nin, İtalya gibi Akdeniz’in en sevdiğim ülkelerinden biri ile birlikte görünmesi gözüme çok güzel göründü.
İKİ: Suudi Arabistan-Mısır-Yunanistan Dünya Futbol Şampiyonası'nı birlikte düzenlemek için görüşmeler yaparken, biz bir adım öne fırlıyorduk.
Ama sevincim kursağımda kaldı.
Çünkü daha haber açıklanır açıklanmaz, İtalya’nın özellikle sol muhalefeti ayağa kalktı.
Slogan da şu:
“Türkiye gibi aydınlarını, siyasilerini içeri atan otoriter bir rejimle birlikte olamayız…”
O an karşıma bir solcu İtalyan çıksa
yakasına yapışıp diyecektim ki...
Haberi okuduğum an karşıma bir İtalyan solcusu çıksa yakasına yapışıp, “Dur be Partigiano yoldaş; sen önce bir kendi evine baksana… Mussolini hayranı başbakanı ben mi seçtim? Biz, Mussolini hayranı bir aşırı sağcı tarafından yönetilen İtalya ile nasıl birlikte olacağız?”...
Bir de şu;
“2032 yahu…Daha 9 yıl var.. Kim öle kim kala…”
Bak bugün New York Times’ın Athletic sitesinde David Beckham’la yapılmış çok güzel bir mülakat var.
Katar’ın Dünya Kupası’nı düzenlemesine neden destek verdiğini anlatıyor.
Dışarda bırakmaktansa, içeri almak daha iyi değil mi…
İtalyan partizan arkadaşla meselemi böylece hallettikten sonra içeri size ve bize döneceğim.
2014'den beri başkanlık sisteminin bilançosu ne?
İtalyan partizan yoldaş neden böyle tepkili…
Gelin şimdi küçük bir muhasebe yapalım.
Türkiye 2014 yılından bu yana fiilen halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor.
Sonuç?
Başbakanlık ve parlamenter sistemde son derece başarılı olan AKP yönetimi, 2014’ten sonra inanılmaz hatalar yaptı.
Dış politikada; Suriye, Arap, Mısır politikaları tam bir felaketti.
Ekonomide faiz politikaları, kur politikaları duvara tosladı.
Şimdi ikisinden de vazgeçiyoruz.
Yani doğru olanı yapıyoruz.
İyi de dibe vurduğumuz tek şey
dış politika ve ekonomi mi?
İyi ama 2014’ten beri kötü giden bir tek bu politikalar mı?
Demokrasi puanımız da dibe vurmadı mı dünyanın gözünde?
Adalet sistemimiz çökmedi mi?..
Düşünce ve ifade özgürlüğünde dünyada kaç sıra birden gerileyip, Uganda seviyelerine inmedik mi?..
Cezaevlerinde düşünce, ifade suçlarından hüküm giymiş aydınlarımız, siyasilerimiz yok mu?
Önümüzdeki en kritik soru:
Niye aynı şeyi demokraside yapmıyoruz?
Şimdi oturup kendi kendimize şunu sorma zamanı geldi…
Dış politika ve ekonomide bu tarihi yanlışlardan dönmeyi, akılcı yollara gitmeyi öğrendiğimiz,
kabullendiğimiz veya içimize sindirmeyi öğrendiğimiz ve vazgeçtiğimiz halde…
Öteki feci politikalardan neden vazgeçmiyoruz?
Bulabildiğim tek cevap şu:
Acaba iktidara yakın çevreler şöyle mi düşünüyor:
Çünkü düşünce suçları, demokrasi, adalet, insan hakları gibi konularda yapılan yanlışlar ülkenin ekonomisine zarar vermiyor…
Parası olana sevdanın yolları,
Demirtaş'a Kavala'ya maltalar
Ama dikkat… Size kötü haberim var…
İnsan hakları, adalet, özgürlükler, demokrasi…
Bu konu kimsenin umurunda değil, bu insanları hapisten çıkarsak bize sağlayacak hiçbir iyiliği yok diye düşünenler şunu da dikkate almalı.
Bir ülkede adaletin siyasallaştığı, tarafsızlığını kaybettiği izlenimi yayılırsa, bu yatırımcıları da etkileyebilir.
Herhalde bunu en iyi bilecek insanlardan biri de Mehmet Şimşek.
Bak İtalya gibi bir ülkeyle güzel bir işbirliği yapmaya uğraşıyoruz, ama daha ilk günden itirazlar yükselmeye başladı orada…
Bu itiraz faiz politikamıza, Arap ülkeleri ile ilişkilerimize tepki değil…
Sadece ve sadece insan hakları, özgürlükler ve adalet ile ilgili…
İktidarı destekleyen arkadaşlar,
"Una grande finale" olmaz mıydı?
İşte o nedenle hançeremin bütün gücüyle haykırıyorum:
“Selahattin Demirtaş’a özgürlük…Osman Kavala’ya özgürlük...Gezi tutuklularına özgürlük…”
Çünkü 2032’de İtalya’da ve Türkiye’de tribünlerde yan yana oturup, omuz omuza “Bella Ciao” söyleyeceğimiz bir dünya hayal ediyorum hala…
Sayın Cumhurbaşkanı, 2032’de o tribünlerde oturup maçları bu harika duygu ve huzurla izlemek istemez miydiniz…
İktidarı destekleyen gazeteci arkadaşlar size de sesleniyorum…
Hepimiz için harika bir “Grande Finale” olmaz mıydı…