Perşembe günü Atatürk Kültür Merkezi’nin üçüncü katındaki “Çift hilalli” ilginç sergiyi geziyorum.
Çift hilal, Türk Milli İstihbarat Servisi’nin çok gizli yani kozmik bilgilerine ait işaret.
Milli İstihbarat'ın hafıza odasında bulunan emanetler
MİT, Ankara’da kapıları dışarı sımsıkı kapalı yerleşkesinde çok az insanın görebildiği ve teşkilatın “Hafıza Odası” sayılan müzesindeki bazı eşyaları İstanbul’da ilk defa sergiliyor.
Serginin adı: “Temas…”
Öyle büyük bir sergi değil ama başarılı bir küratörlükle Türkiye’nin yakın geçmişi ile ilgilenen herkesin büyük ilgiyle gezeceği bir sergi ortaya çıkarılmış.
Birazdan size sergiyi anlatacağım…
Ama önce serginin en mutena köşelerinden birinde duran bir motosikletle başlayacağım.
Çünkü sergide hikayesi en kuvvetli ve filmlere yansımış ve hatta efsaneleşmiş olaylarından biridir bu.
İngiliz casusu Lawrence'in sekiz motosikletinden biri
Hepimizin “İngiliz casusu” olarak bildiği T.E. Lawrence’ın motosikleti bu.
Bizim “İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence” diye bildiğimiz T.E. Lawrence…
Yani bir anlamda Osmanlı’yı Arap topraklarından çıkaran İngiliz casusu…
Lawrence’ı motosikleti üzerinde gösteren birkaç fotoğrafı var.
Gerçi o fotoğraflardaki motosiklet bunun aynısı değil.
Ama sergiyi birlikte gezdiğim görevlilerden biri “Lawrence’ın kullandığı 7-8 motosiklet var. Bu onlardan biri” dedi.
MİT, Gaziantep'e geldiğinde Lawrence'i izlemiş
Onun anlattığına göre, Lawrence savaştan sonra birkaç kez Türkiye’ye gelmiş. Sergide 1930 yılında onunla ilgili bir istihbarat yazısının orijinali de var. Halep Başkonsolosluğu'ndan aldığı vize ile 29/11/1929 günü Mardin’e gelmiş ve orada 5 gün kaldıktan sonra kiraladığı bir araba ile Kamışlı’ya giderek orada bir Fransız istihbarat elemanından bilgiler aldığı anlatılıyor. Sergideki motosiklet Lawrence’ın Türkiye’ye gelişlerinde kullandığı bir araçmış.
Aslında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın envanterindeymiş. Sergi için ödünç verilmiş.
Tabi insan görünce etkileniyor.
O motosikletin başında dururken aklıma Lawrence of Arabia filmi geldi.
Bu film uzun yıllar Türkiye’de “Türk düşmanı” olarak damgalandı ve yasaklandı.
Oysa ben o filmde öyle bir büyük bir Türk düşmanlığı görmedim.
Ama şurası bir gerçek; David Lean’in çektiği film sinema tarihinin en önemli yapıtlarından biridir.
Motosikletin başında aklıma o kitap geldi
Motosikletin başında filmi değil, Lawrence’in “Bilgeliğin Yedi Sütunu” isimli kitabını düşünüyordum.
Bu kitap Lawrence’ın hatıraları niteliğindedir.
Türkçe'ye de çevrildi ama çevirisi o kadar kötüydü ki neredeyse hiç ilgi görmedi.
Lawrence bu kitabı savaştan bir yıl sonra yazmaya başladı
Lawrence bu kitabı, Araplar'ın Osmanlı’ya karşı ayaklanmasının bittiği 1918’den bir yıl sonra yazmaya başladı.
Kitap 1922 yılında tamamlandı ve 1926 yılında yayınlandı.
Türkiye’de bir çok insan Lawrence filmini seyretti ama çok az insan bu kitabı okudu.
Lawrence, Araplarla o savaşı kazanıp, Osmanlı’nın Arap topraklarındaki hakimiyetine son verişinden sadece 3 yıl sonra ne düşünüyordu?
Ellerimiz hep kanlıydı, zafer için ölüyorduk ama ne uğruna?
Kitabın girişinde, Orta Doğu’daki bu savaşın muhasebesini şöyle yapıyor:
“Türklere karşı 30 muharebeye katıldım ve bunlarla gurur duyuyorum.”
Arkasından, “Bir ideal uğruna savaşıyorduk” diyor.
Hisleri ise şöyleydi:
“Ellerimiz hep kanlıydı, bize yetki verilmişti. Yaralama veya öldürme geçici acılar gibi görünüyordu. Zafer için yaşayıp, zafer için ölüyorduk...”
Bu eyaletlerin tümü bir İngiliz'in canına değmez
Peki neydi bu uğruna ölünen ve öldürülen büyük ideal?
Değer miydi? Onların bu kanlı “zaferinden” geriye ne kalmıştı?
Lawrence bu sorunun cevabını, kitabın 31’inci sayfasında kanımı donduran şu cümleyle veriyordu:
“Biz bu şeylerin bedelini onur ve masum yaşamlarla fazlasıyla ödedik... Bana göre, söz konusu olan eyaletlerin tümü, ölü bir İngiliz’e değmezdi...”
Bugün olsa bütün o Arap'lara derdim ki...
Ve vicdan muhasebesini şu cümleyle tamamlıyordu:
“Arapların dürüst bir danışmanı olsaydım evlerine gitmelerini ve böyle şeyler için savaşıp canlarını tehlikeye atmamalarını öğütlerdim.”
Tarihin bu acı hatıraları 1916 ile 1918 yılları arasında yaşandı.
Orada o motosikletin başında düşünmeye devam ettim.
104 yıl sonra bu motosiklete bakıp ne ders çıkaracağız?
Şimdi 104 yıl sonra Türkiye’yi aynı topraklarda başka maceralara götüren bir dünya var önümüzde…
Daha geçenlerde 21 şehit geldi o topraklardan…
Bir zamanlar biz oralardaydık…
1918’de sadece Suriye’de 10 bin askerimizi kaybettik. 20 bin yaralımız vardı.
Hicaz ve Yemen cephesinde 15 bin askerimiz gözlerini kaybetti.
Şimdi o soruyu kendimize sormamız gerekmez mi?
Şimdi o topraklardan gelen 6 milyon Suriyeli bizim topraklarımızda..
Sınır boylarımızda, Afrika’da her yerden bize dalgalar halinde gelen gerçeklerle baş başayız artık.
Acaba Lawrence gibi bizim de şimdi şu soruyu kendi kendimize sorma zamanımız gelmedi mi?
Orta Doğu denilen bütün bu bölgenin tamamı bir tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kanına değer mi?
Bu soruyu bana sorsalar cevabım şu olurdu:
Ben de Lawrence gibi düşünüyorum.
O toprakların topu bir tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının canına değmez…
Bu Orta Doğu coğrafyasının baştan sona tamamı…
Değmez…
Bu duygularla MİT’in sergisini gezmeye devam ediyorum.
Besmele ile başlayan bir istihbarat yazısı
Serginin hemen girişinde, Lawrence o kitabı yazarken, Kurtuluş Savaşı’nı veren Mustafa Kemal Atatürk döneminin ilk istihbarat yazılarına bakıyorum.
Ankara’da, “Müdafa-yı Milliye ve Erkanı Harbiye Başkanı Fevzi Çakmak Hazretlerine” yazılmış, cephedeki Yunan kuvvetleri ile ilgili bir istihbarat yazısı…
“Besmele” ile başlıyor.
Kur'an, bayrak ve silah üzerine edilen yemin
Hemen onun yanında, teşkilatın Atatürk zamanında belirlenen ilk yemin andı…
Teşkilatın yeni mensupları göreve üç şey üzerine yemin ederek başlıyor:
“Kur’an, Bayrak ve Silah…”
Bu yeminin kabul edilmesinin üzerinden 100 yıldan fazla zaman geçmiş.
Bugün göreve başlayan MİT mensupları hala bu yemini ediyor…
Duvardaki yemin metninde iki madde dikkatimi çekiyor
Ne diyorlar yemin ederken yeni MİT mensupları biliyor musunuz?
Bugün özellikle ikisi çok dikkatimi çekiyor:
(*)”Memuriyet nüfuzumdan yararlanarak, kişi ve kuruluşlara adalet ve insaf dışı davranmayacağıma, yalan, sahtecilik ve iftira yollarına sapmayacağıma…”
(*) “Bana tanınan hak, yetki ve her türlü imkanı kanun ve mevzuata uygun olarak kullanacağıma ve bunları hiçbir surette şahsi çıkarıma alet etmeyeceğime...“
Evet MİT tarihi işte böyle “Besmeleyle” başlayan istihbarat raporları ve böyle çağdaş ilkelerle yazılmış yemin metinleriyle bugüne gelen bir tarih…
FETÖ'cülerin Erdoğan'ın odasına yerleştirdiği böcek de sergide
Sergide çok ilginç objeler var… Bir kısmı çok tanıdık, çok bildik şeyler.
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde FETÖ’cü polislerce çalışma odasına yerleştirilen dinleme böceği…
Mesela FETÖ örgütünün mensuplarının kayıtlarının bulunduğu USB cihazı…
Mesela DEAŞ’ın öldürülen liderlerinden Ebu Hüseyin El Hüseyni el Kureyşi’nin tabancası…
Mesela Bundan 70-80 yıl önce Türkiye aleyhine casusluk yapan kişilerin fişlerinin orijinalleri…
Bir teröristin İHA'larca etkisiz hale getirilişinin videosu
Tabii Türkiye sınırları dışında bir teröristin insansız hava aracı ile yapılan bir operasyonla etkisiz hale getirilişinin temsili videosu da çok ilgi çekiciydi.
Videoda MİT merkezindeki teknik değerlendirme, teröristin yerdeki elemanlarla kimliğinin doğrulanması ve özellikle sivil yerleşim alanından çıktıktan sonra etkisiz hale getirilmesi video canlandırma ile anlatılıyor.
Atatürk'ün Trablus'daki yerel giysisinin kopyası
Serginin her bölümünde Atatürk’ün varlığını hissediyorsunuz.
Bir duvarın tamamı O'nun Trablus’daki çok bilinen iki fotoğrafına ayrılmış.
Orada giydiği bir yerel giysinin tıpkısı bir tasarımcıya yaptırılıp sergiye konmuş.
İbrahim Kalın, hologramda gençlere neler söylüyor?
En dikkat çekici bölümlerden biri ise teşkilatın yeni başkanı İbrahim Kalın’ın bir hologram gösterisi.
Kendi sesinden gençlere sesleniyor ve MİT’in yetenekli, iyi eğitimli gençlere kapısının açık olduğunu söylüyor.
FETÖ ve ByLock ilişkileri video eseri haline gelmiş
Sergide iki de sanat eseri vardı.
Birisi bence çok yaratıcı ve cesur bir fikre dayalıydı.
FETÖ’nün ve teröristlerin siber takibine ilişkin ByLock ilişkileri ağı sanatçı Selay Karasu’ya verilmiş ve o da bundan bir video eser yaratmış.
İkincisi ise sanatçı Cem Soner’in, MİT’in şifre anlayışını temsil eden bir rubik yani zeka küpünden esinlenmiş eseri…
Öğrendiğime göre bu eser Avusturya’da bir koleksiyona satılmış.
Kısaca çok ilginç bir sergi…
İlgiyle gezdim.