Dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşmasını izlerken içimdeki sessiz gazetenin manşeti şuydu:
“Parlamenter sisteme dönüş mü”
Haber siteleri olayı “tarihi an” başlıkları ile geçiyordu.
Peki bu “dünkü tarih” nerede yazılıyordu?
Külliye’de mi…
Hayır… İlk adım TBMM çatısı altından gelmişti.
Devlet Bahçeli beni bile şaşırtan bir konuşma ile “Abdullah Öcalan’ı Meclis çatısı altında konuşmaya” davet ediyordu.
Çözüm süreci ‘Güçlendirilmiş Başkanlık sisteminin’ mabedinde değil, eski Türkiye’nin en güçlü mabedi TBMM’de başlatılıyordu sanki.
Bahçeli’nin konuşmasındaki tarihî içerik kadar, konuşmanın yapıldığı ve ilk adımın atılması için tarif edilen yer de bu bakımdan çok önemliydi.
Bahçeli'nin DEM Partililerle tokalaşması
Yani son günlerin moda deyişi ile “iç cephenin tahkimatı” Meclis çatısı altından başlayacaktı.
Böyle bir adımı desteklememek mümkün mü…
İktidara istediğiniz kadar kızın ama bu sözleri küçümseyemezsiniz.
Kendi payıma sözleri çok ciddiye aldım ve gönülden, bütün kalbimle destekliyorum.
Ama kafamdaki soru hep kalacak.
Bunan arkasına ne kadar iyi niyet konuyor?
Yoksa bize “göbeğini kaşıyan adam” muamelesi yapıp, Erdoğan’ı bir daha nasıl seçtiririz hüllesi mi…
Abdullah Öcalan
Tabii ki destekleyeceğiz ama ne kadar umutlanabiliriz?
Bir de şu var…
Ciddiye alıyorum ama ne kadar umutlanabilirim?
Çünkü daha iki hafta öncesine kadar, Selahattin Demirtaş’ın adını telaffuz etmenin bile “hain” damgasının yapıştırılmasına yettiği bir ülke burası…
Yarın yine aynısının olmayacağına dair hiçbir güvence de yok.
O nedenle temkinli olalım.
Hepimizin hafızasında sonu hüsranla biten umut kara delikleri var.
Akil İnsanlar
4 Nisan 2013’teki ilk ‘tarihi anı’ hatırlıyor musunuz?
Mesela elimde değil, ister istemez 4 Nisan 2013 gününe gidiyorum.
Yani ilk düş kırıklığını yaşadığımız o günlere…
Kürt sorunun çözümünü halka anlatmak ve desteğini sağlamak için o gün kurulan “Akil İnsanlar” heyetinin tam listesi gözümün önünden geçiyor.
O gün Kürt sorunun çözümü için gönüllü olarak bu listeye giren insanların adlarına gelin birlikte bir kere daha göz atalım:
‘Karadeniz’ çocuğu Kadir İnanır, ‘Akil İnsan’ olup iç cepheye koşmuştu
|
O 63 Akil İnsan bugün nerede?
Dün bu 63 ismi tekrar okudum.
PKK terörünün dorukta olduğu yıllardı.
Bu insanlar bir vatan görevi olarak dolaştılar Anadolu’yu.
Aradan 10 yıl geçti…
Şimdi o listeden geriye ne kaldı…
Tarhan Ardem, Car Paker, Fuat Keyman, Kürşat Bumin ve Yücel Sayman’ı kaybettik.
Hayatta olanların birçoğu bugün Erdoğan’a muhalif
Birçoğu bugün artık Erdoğan rejimine karşı mesafeli, hatta sert eleştirel konumda.
Murat Belge, Etyen Mahçupyan, Ahmet Taşgetiren, Ali Bayramoğlu, Yıldıray Oğur gibi 28 Şubat ve sonraki dönemde Erdoğan’ın yanında olan liberal ve muhafazakâr aydınlar artık muhalif konumdalar.
Birçoğu o günlerde referandumda Erdoğan’ı destekledikleri için bugün toplumun bir bölümü tarafından “’Yetmez ama Evet’çi” olarak damgalandılar.
Fedakârca bir işti o gün yaptıkları.
Bu girişim 22 Temmuz 2014 günü Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesi ile sona erdi.
Dolmabahçe Mutabakatı
28 Şubat 2015 Dolmabahçe: O masada ikinci ‘tarihi an’
Akil İnsanlar girişiminden, 28 Şubat 2015 gününe gidiyoruz.
O gün Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde bir tarihi an daha yaşamıştık.
Bir tarafta dönemin AKP’li Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile İçişleri Bakanı Efkan Ala ve AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal oturuyordu.
Karşısında HDP Grup Başkan vekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder vardı.
O gün siyasi tarihimize “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak geçmişti.
Yine o gün Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya baharda silah bırakma çağrısını okumuştu.
Sonuç?
Erdoğan’ın bir cümlesi ile anında berhava oldu.
O masada bir araya gelenler neredeyse “hain” ilan edildi.
Yani “Kürt açılımları” konusunda “ağzı sütten fena halde yanmış” bir kuşağız biz.
Bunların her birine var gücümüzle, bütün kalbimizle destek verdik.
Beklentimiz büyüktü, Ondan dolayı düş kırıklıklarımız büyük oldu.
Bahçeli, partisinin dünkü grup toplantısında
Bu defa iki yenilik var
İşte o nedenle, kendi payıma bugün yoğurdu üfleyerek yiyorum.
Neyse ki bu defa ortada Devlet Bahçeli’nin sözü var.
Olay TBMM çatısı altına getirildi mi tam belli değil ama hiç olmazsa Öcalan’a “Gel orada konuş” dendi.
Ana muhalefet partisi tabii ki destek verecek.
Umalım ki, bu olay Cumhurbaşkanı’nı bir kere daha seçtirecek, alelade bir niyetin kamuflaj elbisesi değildir.
Niye “iç cephe” diyoruz, seferberlik mi var?
Ama çok önemli bir nokta üzerinde de anlaşmalıyız.
Cumhurbaşkanı ve Bahçeli bu adımı, “İç cephenin güçlendirilmesi” olarak adlandırıyor.
Ben işte bu kavramdan pireleniyorum.
Yani sanki bir tür “seferberlik ruhu” yaratılmak isteniyor gibi bir hava var.
Yani yaptığımız iş nedir? Savaşa mı giriyoruz?
Yoksa ülkemizin 50 yıldır kanayan bir yarasını sarmaya, kendi içinizdeki bir sorunu çözmeye mi?
Ben bu son ikisini anlıyorum.
Öyleyse bunu “iç cephe” gibi savaşa hazırlık kokan kavramla değil, toplumumuzun huzurunu sağlayacak, insan hakları karnesini düzeltecek bir “barış adımı” olarak adlandırmak daha uygun olacak.
Öcalan duruşması
“İç cephe” sadece Kürtlerle birlikte mi güçlendirilecek?
İkinci bir nokta…
“İç cephe” neresi oluyor…
Sadece “Kürt sorunu mu?”
Sadece Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yerel seçimler halkın yüzde 50’sinin bu iktidara itirazını olduğunu gösteriyor.
Kürt sorunun çözümü için, devlet dilinde hâlâ “terörist başı” derilen Abdullah Öcalan’ı TBMM çatısı altına davet edecek kadar anlayışlı olabilen devlet, Osman Kavala’ya, Gezi davasından içerde bulunan insanlara, sosyal medyadaki paylaşımları nedeniyle “terörist” muamelesi gören insanlara da o hakkı reva görmeyecek mi…
Osman Kavala
Kavala iddianamesindeki “bölücü harita” hâlâ dosyada duruyor
Benim hiç aklımdan çıkmayan şu örnek var.
Osman Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbetle içerde tutan, uluslararası mahkemelerin kararlarını hiçe sayarak 6 yıldır hapis yatıran iddianamede dünyanın en saçma, absürt ve komik belgesi ciddi bir gerekçe olarak duruyor.
Bu Alman arıcılık uzmanının 20’nci yüzyıl başında hazırladığı “Anadolu bal arısı kolonileri” haritası, savcı ve hakimler tarafından “Türkiye’nin bölünme haritası” olarak kabul edildi ve hâlâ dosyada duruyor.
25 yıldır, devletin resmi terminolojisi ile gazetecilere de vatandaşa da kabul ettirilen “bölücü başı” lakaplı Abdullah Öcalan serbest kalıp Meclis’te milletvekillerine seslenme hakkı elde ederken, Anadolu bal arıları ailesi haritası nedeniyle “bal arısı bölücüsü” olarak hapse atılan Osman Kavala içerde kalmaya devam edecek….
Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater ve Mine Özerden Gezi davasından hâlâ tutuklu
Yetmez ama evet: Anadolu bal arılarına da özgürlük
Dün itibariyle geldiğimiz nokta işte budur:
“Kürt bölücü başına” sevdanın yolları…
“Anadolu bal arısı bölücü başı”sına mahpushane maltaları.”
O nedenle Cumhurbaşkanı ve Devlet Bey’in bu adımlarını bütün gönlümce desteklerken aynı zamanda şunu haykırıyorum:
“Yetmez ama evet…”
Anadolu bal arılarına da özgürlük…
Osman Kavala’ya, Can Atalay’a, Gezi mahkûmlarına…
Hepsine….
Tabii Selahattin Demirtaş’a da…