İki gün önce telefonum çaldı.
Açtığımda “Ertuğrul abi” diyen sesi duydum ve o an donup kaldım.
Çocukluğumdan beri tanıdığım bir sesti bu.
Ankara Güniz Sokak’taki öğrenci evimizin sokağında oturan ve o günlerden beri bana “Abi” diyen çok sıcak, kardeş bir sesti.
Tanıdım ama donup kaldım.
“Abi ben Ali, Ali Peş yani”
Benim sessizliğimin ne anlama geldiğini fark ettiği için, “Abi benim… Ali Peş” dedi…
Nasıl tanımam ki o sesi…
60 yıldır kardeşim diye bildiğim bir insanın, hep hafızamdaki sesiydi bu.
Ali Erten…
O yıllardan beri takılmak için birbirimize “Paşa’nın” biraz da matrak hâli olarak “Peş” derdik.
Askeri yıllardı…
CHP İnönü Hükümeti’nin Sanayi Bakanı Muammer Erten’in oğlu…
Eski solcu… 12 Mart askeri döneminde Londra’daki Türk öğrenci topluluğunun önde gelen direnişçisi…
Eski solcu… hâlâ solcu…
Ama komünizmin çocukluk hastalıklarından kurtulmuş, dünyaya daha özgür bakabilen modern bir solcu.
Anadolu Ateşi'nin kurucu ekibinden Ali Erten
Eşi Zeynep’le birlikte Nice’te yaşıyor.
Türkiye’yi Türkiye’de yaşayan bir solcudan; Fransa’yı Fransa’da yaşayan bir solcudan daha iyi izliyor, daha farklı yorumlayabiliyor.
Diyorum ya, özgürleşmiş bir solcu Ali.
Aynı zamanda Anadolu Ateşi dans topluluğunu yaratan ekibin bir üyesidir.
Şaşkınlığımın sebebi şuydu: Ali artık hiç işitemiyordu
Şaşkınlığımın sebebi başkaydı.
Bundan 4 yıl kadar önce Ali’nin başına çok kötü bir olay geldi.
COVİD döneminde bir gün aniden işitme yeteneğini kaybetti.
Ama tamamen kaybetti.
Artık hiçbir şeyi duyamıyordu…
Fransa’da yaşadığı için sosyal sigorta kapsamındaydı ve bir süre klasik işitme cihazlarını denedi.
Pek işe yaramadı.
Günlük sohbetlerimiz o günden itibaren WhatsApp mesajlaşmalarına dönüştü.
WhatsApp sohbetimizin insani duygularını alıp götürdü ve geriye duyguların emojilerle ifade edilebildiği soğuk yazılı metinler kaldı.
İşte o nedenle Ali’nin sesini duyduğumda gaipten gelen ilahi bir ses duymuş gibi oldum.
"Evet abi benim ve artık seni duyuyorum"
“Ali sen misin” dedim otomatik olarak.
“Evet benim abi ve artık seni duyuyorum” dedi.
Bir mucize gibiydi.
İstanbul’da son beraber olduğumuzda yan yana ekran üzerindeki yazılarla sohbet etmiştik.
Onu bir ölçüye kadar anlayabiliyordum.
Çünkü aynı süre içinde bende de işitme kaybı başlamıştı.
Ama bendeki yaşa bağlı, biraz da normal karşılanması gereken bir durumdu.
Konuşulanları duyabiliyordum. İşittiğim sesin kalitesinde düşme vardı.
Tiz sesleri daha az işitiyordum ve hayat giderek sadece bas seslerden oluşan bir tekdüzeliğe gidiyordu.
Bir daha geri gelmemek üzere beni terk eden şey
İşitme cihazları sorunumu büyük ölçüde halletti, ama bir şey var ki artık geri dönmemek üzere beni terk etti.
Bütün sesleri ile bir müziği kaliteli olarak dinleyebilmek…
Yine de hayat ve müzik benim için devam ediyordu.
JBL ve Apple'ın AirPods Max kulaklıklarla durumu idare edebiliyorum.
Ali ise müziği tamamen kaybetmişti.
"Artık eşimin Tansu, senin ve Lara'nın sesini tanıyorum"
Bu şaşkınlık sessizliği bitince anlatmaya başladı.
Fransa’daki doktoru geçerlerde henüz başlarında olan bir teknolojiyi kullanmayı teklif etmiş.
Ne olduğunu tam olarak anlayamadığım bir katod teknolojisi ile sesleri beyinde yeniden oluşturmayı başarmışlar.
Bu yeni uygulamadan sonra ilk işi çocukluk arkadaşı Tansu ve beni aramak oldu.
“Abi, Zeynep’in sesini tanıyorum. Tansu ve senin sesini tanıyorum. Lara’nın (Zeynep ve onun köpeği) sesini tanıyorum” dedi.
Dost bir sesin anlamını hiçbir cümle bu kadar iyi anlatamaz
Anladım ki, onun için işitmek kadar, yakın bildiği insanların sesini tanıyabilmek de önemliydi.
Bugüne kadar dost bir sesin sıcaklığını bu kadar güzel anlatan bir cümle ne okudum ne duydum.
Tuhaftır o an, her gün televizyonlarda duyup da hiç duymak istemeyeceğim, o hançereyi patlatan, öfkeli ve nefret dolu sesleri hatırladım.
Allah'tan televizyonun sesini kısıp onları duymamak gibi bir lüksümüz hala var.
Kim bilir o lüksten mahrum olacağımız günler de gelebilir diye hüzünlendim.
Yeniden işitmeye başlayan Ali bana “Dost ve sevgi dolu seslerin” kıymetini o kadar güzel anlattı ki…
Telefonu kapattın. Tansu’yla uzun uzun Ali’nin mutluluğunu konuştuk.
Gece Ali'den gelen ilk mesaj ilk mesaj: “L’Italiano”
Gece saat 23’e doğru ondan bir mesaj geldi.
Gece olduğu için uyumuşumdur diye yazılı mesaj atmış.
Şöyle diyordu:
“Ertuğrul abi biraz önce çok tuhaf bir şey yaşadım. Bu alet takıldıktan sonra ilk dinlediğim şarkı “L’Italiano” oldu. Ne alakası var dedim. Kendimi bildiğim kadarı ile bu şarkının bende öyle derin bir izi yoktu. Ama o kadar hoşuma gitti ki…”
Haklı…Benim bildiğim Ali’nin böyle bir uyanıştan sonra dinleyeceği ilk şarkı “Avahti Pappolo” diye başlayan “Bandiera Rosso” (Kızıl Bayrak) şarkısı olurdu.
Demek ki hayat hepimizi değiştiriyor.
“Ali bu Toto Cotugno’nun bir Akdeniz şarkısı. Hangisi olursa olsun insanın ülkesini, vatanını sevmesini anlatan bir şarkı bu” dedim.
Dinlediği ikinci şarkı Beatles'ın, sonra Beethoven’ın Beşinci Senfonisi
Biraz sonra ikinci mesaj geldi:
“Şimdi Beatles’ın Abbey Road albümünden “Come Together” şarkısını dinledim ve algıladım. Sonra nedense Beethoven’ın Beşinci Senfonisi'ni dinlemek istedim. Arkasından Alpay’ın ‘Bekledim Yine Seni” şarkısı geldi... Düşün ki daha tek kulakla dinleyebiliyorum ve nasıl mutluyum anlatamam. Artık telefonda rahat konuşabiliyorum. Allaha bin şükür…”
Mesajlar durmadı.
“Abi şimdi Frank Sinatra’dan ‘My Way’i”, sonra ‘New York New York’u dinledim. Birazdan Sting’den ‘An Englishman in New York’u dinleyeceğim. Şimdi anlıyorum.
Müziksiz bir hayat olmuyormuş.”
Heyecanı durmuyordu.
Bilinçaltımızın bize yazdığı inanılmaz playlistler
Biraz sonra Ali’nin “Hayata dönüş Top 10’inde” öteki şarkılar gelmeye devam etti:
İnsan sesleri tanımaya başladığında galiba önce çocukluk yıllarından başlıyor. Ali’nin Top 10 listesi, Ankara ile başlayıp Londra ile devam etti ve oradan şu an yaşadığı Nice’e geldi. Yani Fransa’ya geçti.
Edith Piaf.
Ve arkasından benim için bir sürpriz.
Patricia Kaas…
“Mon mec a moi…”
“Benim herifim beni maceradan maceraya uçurur” diyen harika bir şarkı.
Hemen yazdım:
Ona bir de ‘Les Hommes qui passent’ı ekle” dedim.
Bir kadının hayatından geçen erkekleri anlattığı şarkısı…
Böylece gece yarısı ikimiz de birer “Yeniden duymaya başlayanlar için Top 10” listemizi yapmaya başladık.
Benim hayata dönüş playlistim de şöyle
Benimki şöyle oldu:
İzmir gençliğimi hatırlamak için:
- Bob Dylan “Like a Rolling Stone”
- Beatles “She Loves You”
- The Walker Brothers: “Make It Easy On Yourself”
- Peppino di Capri: “Roberta”
- Rolling Stones: “The Next Time”
- Hollies:”I’m Alive”
Tansu'yla tanışmamı hatırlamak için Pink Floyd'un Ummagumma albümü
Tansu’yla tanışmamı hatırlamak için onun çok sevdiği Pink Floyd’un “Ummagumma” albümü.
Gülümsün’ün çocukluğunu hatırlamak için Julio Iglesias’ın “Manuela’sı…”
Paris yıllarımı hatırlamak için:
- Leo Ferre : “Avec le Temps ve “C’est Extra”
- Mahler 5’inci Senfoni Adagietto bölümü.
- Charles Aznavour: “L’Amour C’est Comme Un Jour”, “Il Faut Savoir”
- Serge Lama: “Ou vont Tous ces Bateux”
- Jean Ferrat: “Aimer a Perdre la Raison”
- Dalida: “Une Femme a Quarante Ans”
80 ve 90'lar banko Thriller, Dire Straits, Prince
1980 ve 90’ları hatırlamak için:
- Michael Jackson: Bütün Thriller albümü.
- Dİre Straits: “ Ticket to Heaven”
- The Cure: “Friday I’m in Love”
- Happy Mondays :”Step On”
- Prince:”Purple Rain”
Tabii ki Sezen’in, Ajda’nın bütün şarkıları…Hepsi…
2000’lerden sonra çok ama çok şarkı var ama onları zaten biliyorum…
Çok yakın ve çok tanıdık…
Bir gün, bu kolektif işitme kaybımızı atlattığımızda hangi playlistleri yapacağız
Kısaca duymak, duyabilmek çok güzel bir şey.
İşitebilmek, müziği keyfi ile işitebilmek daha da güzel bir şey.
Tabii can kulağı ile dinleyebilmek de bunu tamamlayan en güzel şey.
Galiba kulaklarımızı televizyondan gelen o nefret dolu haykırışlara kapatıp, sıcak, sevgi dolu dost seslere açmanın mevsimi geliyor.
Bunu tekrar kazandığımız gün, yani o geldiğinde…
Bu ülkeye adalet, hukuk, insan hakları, özgürlük ve demokrasi yeniden geldiğinde;
İşte o zaman ilk playlistlerimize Mabel Matizleri, Manifestleri, Aleyna Tilkileri, Melek Mossoları, Ezelleri, Duman’ı ve Mor ve Ötesi’ni, Cem Adrianları, Hadiseleri, Aynur Doğanları alacağız…
İşte o gün her şey daha güzel olacak.