Paris Paralimpik Olimpiyatlarını izliyor musunuz?
Türkiye’nin sporcuları orada büyük başarılara imza atıyorlar.
Paris Olimpiyatlarındaki düş kırıklığımızın aksine Paralimpik millilerimiz harikalar yaratıyor.
Dün bu yazıyı yazdığım saatlerde madalya sıralamasında İngiltere, Hollanda ve France’nin ardından 4’üncü sıradaydık.
Üstelik hem kadınlarımız hem erkeklerimiz aynı ölçüde başarılıydı.
Geçen pazartesi 100 metre kadınlar yarışında gördüklerim
İşte o olimpiyatlarda geçen pazartesi günü çok ilginç bir yarış vardı.
100 metre görme engelli kadınlar yarışı…
Bu yarışın iki özelliği var.
Sadece görme engelliler koşuyor.
Ancak koşanların görme engeli aynı ölçüde değil.
Mesela bazıları ışığı görebiliyor.
İşte onu eşitlemek için bütün yarışmacılar ışığı ve görüntüyü tamamen kesen bir göz bandı ile koşuyorlar.
İkinci özelliği de her yarışmacının yanında ona koşarak eşlik eşlik eden gören bir yardımcı bulunuyor.
Onlar sadece kulvar çizgisi konusunda yardımcı oluyorlar.
Görme engelli 100 metre kadının koşucunun şaşırtıcı dünya rekoru
Pazartesi günü koşan yarışmacılardan biri Brezilyalı Jerusa Geber dos Santos’dı…
42 yaşında…
Dünya şampiyonluğu onun elinde.
100 metreyi 11.83 saniyede koşarak elde etti bu dereceyi…
Düşünün sıfır görme ile yani eski deyişle “tam kör” bir halde 100 metreyi 11.83 saniyede koştu…
Bana çok şaşırtıcı gelen bir derece.
Nedenini anlatayım.
Gören kadın yarışmacının 100 metre dünya rekoru 10.49
Kadınlar 100 metre dünya rekoru Florence Grifitth’e ait.
10.49 saniyede koşarak elde etti bu dereceyi.
Ve 1988’den beri bu derece geçilemiyor.
Demek ki görme yeteneği sıfır olan bir kadının 100 metre rekoru ile gözleri tamamen gören bir kadının 100 metro rekoru arasında sadece 1 saniye 34 salise fark var…
Erkekler dünya rekoru Usain Bolt’a ait.
Onun derecesi 9.58…
Demek ki ‘kör’ bir kadın 100 metreyi, gözleri tamamen açık bir erkekten sadece 2 saniye daha uzun sürede koşabiliyor.
Gözleri görmeyenler, gördüğünü zannedenlerden daha mı iyi görüyor?
Neden bilmiyorum ama bu rakamlar beni çok etkiledi…
Nedense aklıma şu kıyaslama geldi…
Gözleri hiç görmeyen bir kadın, en büyük engelini aşmak ve engelsiz insanlarla bile yarışacak bir azme ve kabiliyete sahipken…
Toplumları oluşturan, güya gözleri açık insanların, insanlığın en büyük engellerini aşmasında bu kadar çaresiz, kabiliyetsiz ve isteksiz davranması ne büyük trajedi…
Filistin’de iki tarafın da kendi içindeki fanatiklerin hem kendi toplumlarına hem bizlere hem dünyanın geri kalanına bu ızdırabı yaşatmaya devam etmesine bakınca içimden şu geliyor…
Acaba ülkelerimizin yönetimini engelli insanlara mı bıraksak…
Onların görmeyen gözleri, görmeyi sadece kurnazlık ve gözü açıklık zannedenlerden daha mı iyi görüyor acaba…
AKP Sözcüsü Ömer Çelik
Bravo AKP! İşte akıllı strateji budur!
Hiç evirip çevirmeden söyleyeyim.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in Harp Okulu öğrencileri ile ilgili açıklaması dört dörtlüktü.
Her cümlesine ben de imza atarım.
Dün AKP’nin iletişim stratejisindeki yanlışlıkları anlatmaya çalıştım.
Bugün merakla teğmenlerle ilgili açıklamayı bekliyordum.
İtmeyen, dışlamayan, hatta korumaya çalışan bir ifade.
Cezalandırıcı değil, kazanmaya çalışan bir yaklaşım.
Bu hareketi Cumhurbaşkanı’na karşı yapılmış bir eylem gibi görmek yerine, tam yerine oturtmaya, sınırlarını çizmeye çalışan bir strateji.
Desteklemeyen ama dışlamayan ince ve dikkatli ve özenli bir çizgi.
Evet, ben de katılıyorum. Bu yemini Cumhurbaşkanı’na karşı bir eylem gibi göstermek isteyenler iyi niyetli olamaz.
Evet, ben de katılıyorum, hiçbir siyasi hareketin bunu istismar etmesine izin vermememiz gerekir.
Sanki dünden itibaren AKP iletişim stratejisine sihirli bir el değdi.
Makul ve zeki bir yaklaşım partinin görüşü haline geldi.
Bu AKP için de Türkiye için de çok iyi ve güzel bir tavırdır.
Umarım başka mihraklar devreye girip bu güzel çizgiyi berbat etmez.
AKP’yi yüzde 50 oy aldığı günlere işte böyle bir anlayış götürebilir.
Umarım dün kararı alınan AKP Genel Kurulu’na da artık bu anlayış hâkim olur.
Ahu Tuğba
Ahu Tuğba’ya muhafazakâr ailenin sahip çıkmasına kaç puan?
Ahu Tuğba’nın ölüm haberini kızım Gülümsün’den aldım.
Çok üzülmüş…
Bir de ölüm haberini Nuri Alço’nun duyurması onu çok etkilemiş.
Bizim kuşaklara sorsanız “Ahu Tuğba’yı nasıl bilirdiniz?”
Kamusal olarak “Türk sinema oyuncusu” derdik ama itiraf edelim özel arkadaş gruplarında “Türk sinemasının seks yıldızlarından biri olarak biliyoruz” derdik.
Oysa arkasında ilginç bir eğitim vardı.
Robert Lisesi ve İngiliz dili edebiyatından bir kız öğrenci
İstanbul Amerikan Kız Lisesi, sonra Robert Lisesi Kız Bölümü…
Sonra Kanada Concordia Üniversitesi’nde İngiliz dili eğitimi…
Sinemaya Metin Erksan gibi bir devin açtığı kapıdan girdi.
Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Kadir İnanır, Kemal Sunal gibi devlerle oynadı.
Ama ondan geriye kalan neydi?
“Bir seks sembolü…”
“Hoppa bir hayat kadını…”
İşte öyle bir kadını kaybettik.
Dindar nesil Türkiye’sinde ilginç bir ölüm haberi
Hepimize Nuri Alço duyurdu.
Demek ki Yeşilçam denilen yerde hiç beklemediğimiz insanlar arasında hiç beklemediğimiz dostluklar varmış.
Hayat geçse de devam ediyormuş.
Ve birden anladık ki çok üzüldük bu ölüme…
Yirmi iki yıldır İslami muhafazakâr bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkede, “dindar nesil” yetiştirme ideolojiyle büyüyen çocuklara, yaşlanan bizlerde böyle duygular hâlâ nasıl kaldı?
Nasıl oluyor da ortak hafızamızın en vamp karakterlerine, filmlerinde genç kızlara ilaçlı gazoz içiren karakterlerine böyle duygularla bağlıyız hâlâ…
Cenazeye iktidar yanlısı Beyaz TV ve muhafazakâr bir iş insanı sahip çıktı
Çocukları cenazesini getiremiyordu.
İktidara en yakın televizyonlardan biri, Beyaz TV ekranlarını açtı çocuklarına.
Ve bir yarış başladı…
Toplumun çeşitli kesimlerinden “Cenazeyi biz getiririz” yarışı…
Ve sonunda kim aldı bu görevi üzerine…
Cemal Kalyoncu…
Yani bu muhafazakâr iktidar döneminde parlayan bir iş insanı.
Helal olsun size sayın Cemal Kalyoncu…
İşte budur…
Acaba bu ölüm bize eski Türkiye’yi mi hatırlattı?
Ama geriye şu soru kaldı…
Nasıl oldu da biz böylesine sevdiğimizi anladık Ahu Tuğba’yı…
Hani yine hortlatılmaya çalışılan o “eski Türkiye” masalının seks sembollerinden birine nasıl oldu da böyle sahip çıktık…
Acaba özledik mi o eski Türkiye’yi…
Baksanıza, doğduğu günden beri “yeni Türkiye” iktidarından başka bir şey görmemiş çocuklar bile Ahu Tuğba’yı sevdiler birden…
Bu da etkiledi beni…
George Clooney, Brad Pitt
Ben bu George Clooney’i ayakta alkışlamayayım da ne yapayım?
Ünlü aktör George Clooney, Wolfs filminin tanıtımı için hafta başında Venedik Film Festivali’ndeydi…
Orada bir de basın toplantısı yaptı.
Bir gazeteci “Size çok önemli özel bir soru soracağım” dedi ve şunu sordu:
“New York Times gazetesinde ABD Başkanı Biden’ı çekilmeye davet eden bir yazı yazdınız ve çok etkili oldu. Bu size nasıl bir duygu verdi?"
Gazeteci bu soruyu sorunca başka bazı gazeteciler de Clooney’i alkışladı.
Ünlü aktörün verdiği cevap şuydu:
“Beni niye alkışlıyorsunuz? Alkışlanacak biri varsa o da Başkan Biden… Amerikan tarihinde Washington’dan sonra bencilce olmayan en tarihi kararı o aldı. Alkışlayacaksanız onu alkışlayın…”
Dikkat edin, “Bu yazımla Amerikan demokrasisine bir katkım olacaksa ne mutlu bana” gibi belki de hakkı olan bir cümleyi bile etmedi…
Siyasette bir kibirsizlik örneği olarak tarihe geçebilir bu cümle.