Dün milletçe milli maça konsantre olduğumuz saatlerde Milli Savunma Bakanlığı’nda ilginç bir toplantı oldu.
İlk bakışta çok normal gibi görünen rutin bir brifingdi bu.
Adı da “Haftalık Basın Bilgilendirme Toplantısı…”
Brifingi Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk verdi.
Bugün yani 28 Haziran, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 223’üncü kuruluş günü.
Nedense bilgilendirme toplantısı bugünü kutlamayı bir gün önceden yapıyordu.
Benim dışımda 561 kişinin daha okuduğu bir resmi açıklama
Bu brifingle ilgili haberler; gazeteler ve internet sitelerinde yer aldı.
Milli Savunma Bakanlığının internet sitesine girip, brifingin tam metnini okudum.
Sitede bu metni benim gibi 561 kişi daha okumuş.
Brifing haberini oradan okurken medyada üzerinde durulmayan iki ayrıntı gözüme çarptı.
Üçüncü Dünya Savaşı sorusunu kim sordu?
Independent Gazetesi'nin sitesinden okuduğuma göre; brifingi veren komutana şu soru sorulmuş:
“Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Üçüncü Dünya Savaşı ihtimalinden söz ediyor. Bakanlık bu konuda ne düşünüyor?"
Doğrusu bana tuhaf geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri durup dururken bir Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali sorusuna cevap veriyordu.
İkinci tuhafıma giden durum şu.
Bu soruyu kim soruyor?
Haberde bu belirtilmiyor ama bu işi yıllardır takip eden bir gazeteci olarak şunu tahmin edebilirim.
Soruyu bir gazeteci sormuyor, Milli Savunma Bakanlığı bir gazeteciye sorduruyor.
Veya bizzat kendisi bir soru olarak gazetecilere iletiyor.
Üçüncü Dünya Savaşı sorusu MSB sitesindeki haberde niye yok?
Ancak bu noktada da bir tuhaflık var.
Bu soru ve cevabı medyadaki haberlerde var ama bakanlığın resmi sitesine konmamış.
Bu durumda aklıma şu soru geliyor:
Acaba soruyu Dışişleri mi sorduruyor?
Cevabını bilmiyorum sadece meraklı bir gazeteci olarak ben soruyorum.
Askerlerin Üçüncü Dünya Savaşı sorusuna verdiği cevap da bu...
“Birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi topyekün bir risk var mı derseniz tabii ki bir ihtimal. Biz MSB olarak savunma ve güvenliğimize yönelik değerlendirmelerimizi yapıyor ve güncellenmesi gereken bütün planlarımızı yeni değerlendirmeler ışığında yapıyoruz. En hazırlıklı ülkelerden biri olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebiliriz. TSK zaten dinamik bir ordu. Birçok coğrafyada sürekli faaliyetler icra eden bir ordu. Kendi planlarını, kendi lojistiğini test etmiş onaylatmış bir ordu. Dünyanın birçok noktasında barışı destekleme faaliyetleri de yapıyor. Üçüncü dünya savaşı gibi karanlık bir tabloyu başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama Ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir.”
Dışişleri Bakanı Fidan, Güney Kıbrıs'ı neden uyardı?
Bu tuhaflıklar üzerine biraz geriye dönüp biz Türk milli takımının maçlarına dalmışken Ankara’da neler olduğuna baktım.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu hafta iki önemli mesaj verdi.
(*) BİR: Aniden Güney Kıbrıs’ı uyardı:
“İsrail’e lojistik destek verirsen; savaşta taraf olursun.”
Bu söz ne anlama geliyordu?
“Biz savaşta taraf değiliz siz de olmayın mı…”
Yoksa “Biz Filistin’den yanayız ama siz İsrail’den yana olmayın mı…”
(*) İKİ: Bakanın verdiği ikinci mesaj da şuydu:
“Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali var….”
MSB resmi sitesindeki çok dikkat çeken bir ara başlık
Maçlara konsantre aklım durumu kavrayamadığı için sadece “Neler oluyor böyle” sorusunu sordum.
Resmi sitedeki haberi okurken biraz altta daha ilginç bir cümle dikkatimi çekti.
Daha doğrusu böyle devlet resmi belgelerinde pek rastlamadığımız bir ara başlıktı bu:
“İsrail alçakça saldırıları sürdürüyor”
Alışılmadık ara başlıktan sonra alışılmadık bir metin
Milli Savunma Bakanlığı sitesindeki metin aynen şöyle devam ediyordu:
“Saldırı ve katliamlarına devam eden İsrail, yerlerinden edilmiş Filistinlilerin sığındığı mülteci kamplarına ve okullara yönelik alçakça saldırılarını sürdürmektedir.
Söz konusu saldırıların bölgesel istikrarı tehdit eder hâle gelmiş olması endişe vericidir. Daha büyük çatışmaya yol açabilecek her türlü adımdan kaçınılmalıdır. Ülkemizin önceliği, Gazze’de katliamın sona ermesi, bölgede kalıcı barışın tesis edilmesidir. Filistin’in daha fazla devlet tarafından tanınmasından memnuniyet duyuyor, bu adımların Filistin’in uluslararası camiada hak ettiği statüye kavuşmasına katkı sağlayacağına inanıyoruz.”
Peki nedir bu başlık ve resmi metindeki tuhaflık?
Şu; Milli Savunma Bakanlığı kendisine verilen askeri sınırları geçip resmen siyasi bir mesaj veriyor.
Gazze’ye nasıl bir düzen verilmeli, Filistin devleti tanınmalı gibi mesajlar bunlar.
Dediğim gibi bunlar daha çok siyasi bir otoritenin vermesi gereken mesajlar.
Normal olarak demokrasiyle yönetilen ülkelerde askerlerin vereceği türden cevaplar değil.
Ve en vurucu mesaj Erdoğan'dan geliyor: Lübnan'ın arkasındayız
Kafam bunlarla meşgulken asıl bomba Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi.
Daha önce “Hamas Anadolu’nun ileri hat savunmasıdır” diyen Erdoğan şimdi İsrail’e karşı cepheyi genişletiyor ve “Lübnan’ın arkasındayız” diyor.
"İleri müdafaa savunması" cümlesini anlamamıştım.
Bunu da anlamadım.
Ama aklımda beni çok düşündüren bir soru vardı:
Biz Lübnan devletinin ve halkının mı arkasındayız?
Yoksa İran kontrolündeki Lübnan Hizbullahı'nın mı?
Çünkü İsrail’e karşı saldırıları devlet olarak Lübnan değil, Hizbullah örgütü yapıyor.
Bu durumda Hamas'tan sonra Hizbullah da mı Kuvayı Milliye oldu?
Yani bu durumda Hizbullah da mı bir nevi “Kuvayı Milliye" oluyor?
Bütün bunları alt alta yazınca aklıma şu soru geliyor:
Ankara’da neler oluyor?
Son üç gün içindeki bu gelişmelere bakınca aklıma şu soru takılıyor:
Acaba Ankara, rasyonel düşünme kabiliyetini kaybediyor mu?
Ekonomik popülizm aracı kalmayınca tekrar Rabia politikasına mı dönüldü?
Aklıma gelen ihtimal şu; acaba popülizm konusunda elde tek ekonomik kurşun kalmadı, popülizm yapacak bir tek araç bulunamıyor da…
Yine dış politikaya mı sarılınıyor?
Bundan 10 yıl önce Suriye iç savaşı başlarken şunu yazmıştım:
“Yapmayın, bu Cihadcılara kapıları açmayın. Yoksa sınırımız Peşaver’e döner.”
Aynen öyle olmadı mı…
Orta Doğu'nun Paris'i Cihadcılar yüzünden battı
Şimdi de aynı şeyi söylüyorum.
Zavallı Lübnan daha çok Hizbullahçıların yol açtığı iç savaş yüzünden Orta Doğu’nun en zavallı, en yoksul, en biçare ülkesi haline geldi.
Şimdi İran Hizbullahı’na destek vererek onun arkasında durarak cesaretlendirmeyin.
İsrail’in karşısına atmayın.
Eğer samimi olarak oraları Anadolu’nun ileri savunma hattı olarak görüyorsanız; bilin ki Suriye’de çuvallayan politika, orada da tekrarlanır ve neticede Anadolu’ya göç duvarı yıkılır.
Bilelim ki, bunun sonucu Anadolu’da bir milyon göçmen daha olabilir.
Lütfen, Türkiye'nin adını Hizbullah ile yan yana telaffuz etmeyin
Suriye politikası çöktü.
Mısır’a karşı Rabia politikası çöktü.
Suudi Arabistan, Körfez ülkelerindeki İhvan politikası çöktü.
Yani şimdi sıra Lübnan’a mı geldi…
Hizbullah’ın elindeki İran füzelerinden başka hiçbir şeyi kalmadı o zavallı ülkenin.
Darmadağın olmasına yol açacak son fıskeyi de biz vurmayalım.
Bakın daha geçen Perşembe günü Lahey Savaş Suçları Mahkemesi, Mali’nin İslami Cihad yanlısı bir yöneticisini insanlığa karşı işlenmiş bir suçtan mahkum etti.
Türkiye’nin adını Lübnan’da İran Hizbullah’ı ile yan yana telaffuz etmeyin.