Zirvede kalan hiç görülmedi

Erol Çevikçe

 

R.T. Erdoğan, 2007 seçiminde sandıktan çıkan yüzde 47’yi AKP’ye değil, kendine verilmiş oy saydı. Artık, “her şeyi tek başına ve aile boyu tek elden yapabilir” olduğuna inandı. 2010 Anayasa değişikliği ile de, bu fiilî durumunu resmîleştirdi.

Öylece, güçler ayırımını öngören laik demokratik parlamenter cumhuriyeti, partili cumhuriyet hükümeti (Tek Güç) sistemine dönüştürdü.

Kanal İstanbul, Kocaeli Geçişi, Yeni Hava alanı, Çanakkale Geçişi gibi gösterişli projelerin kararını tek başına alırken asıl amacı, “erişilmez güce (zirveye)” çıkmaktı.

Ve 2015 öncesi seçmeni, bu tür büyük kararları alabilen “Erişilmez Güçte Tek (bir) Adam” imajının etkisi ve çekimi altına almak istedi. 

Ve bu gücünün, seçmenin inanç damarlarına sızdığına güvenerek te, “Ben asla Vazgeçilmezim. Ben olmazsam ülke batar” anlamanda azametli bir çıkış yaptı.

Toplumsal ve siyasal tarihi doğru okumadığı (okuyamadığı) için özellikle ırk, mezhep ve küresel sermaye gibi sömürü düğümlerine kestirmeden “çözüm” bulmaya kalkıştı.

Ancak, o mağrur ve hırslı “güç” gösterisine karşın, 2015 Haziran seçiminde ilk kez AKP oy yitirdi ve tek başına iktidar olamadı.

Kovulduktan sonra muhalefetine soyunan eski Başbakanının dili açıldıkça gördük ki, parlamenter sistem içinden yani AK Sarayı dışarda bırakan bir AKP-CHP Koalisyonunun kurulamaması için Tek Adam, partizan gücünü seferber etmiş.

Anayasanın öngördüğü 45 gün içinde meclisten hükümet çıkmayınca, ülkenin geçmişindeki en acılı ve kanlı terör olaylarından yılgınlığa düşen seçmen, yenilenen 1 Kasım 2015 seçiminde verdiği çaresiz oyla Recep Tayyip Erdoğan, Tek Adamlık yoluna devam edebildi.

Ama artık Devlet Bahçeli’ye dayanmak zorunda kaldı. 

O seçimi izleyen yıllarda, Suriye çıkmazının ve enflasyon-ipsizlik tırmanışının, partisinin düşüşünü hızlandırdığını gördüğünde, yine Tek Adamlık güç denemsiyle çözüm aradı; Metal yorgunluğu diyerek giriştiği parti içi kadro tasfiyesi ve değişikliğinin, durumunu kurtaracağını sandı! 

Dahası, 31 Mart 2019 seçimine giderken bekledi ki, “nasıl olsa dinî ve milli duyguları elinde olan yarıdan fazla seçmen O’na sahip çıkar”. Oysa halkın artık sabrı kalmamıştı. Özellikle İstanbul’da “kimsin sen ya” dediği bir Genç Adamın aldığı sonuç, Tek Adam’ı tam anlamıyla allak-bullak etti. 

O gece parti balkonunda, “erişilmez gücünün” eridiğini görmüş olacak ki, “merak etmeyin, ilçe belediyeler bizde!” diyerek, partizanlarına moral vermeye çalıştı. Hemen ertesi sabah 1 Nisan 2019’da ise, yoluna devam için güç kaynağı olan “sandıkta” yenildiği gerçeğini kabullenmek yerine, Tek Adamlığını ispat için hırs-hiddet ve inatla 23 Haziran 2019 macerasına atıldı.

55 kat fazlasıyla yitirdiği seçim sonrası, kaç kez korkuyla “İstanbul’u kaybedersek, iktidarımızı kaybederiz” sözüne karşın, “demokrasinin sadece sandık” olmadığını yine anlamadı.

Üstelik nerden ve nasıl olduğu hala tartışmalı bir “mikroskobik canlı” yüz yıl sonra bir kez daha insan kanına girmenin ve yığınsal can almanın yolunu bulduğunda, salgının yayılması için bilimsel önlem almak yerine partizan kalabalıkların heyecanını propaganda fırsatı bildi.

Zaten 2008 küresel krizinde “bizi teğet geçti” diyerek AK Sarayın iki dudağıyla yönettiği ekonomide bütün dengeler alt-üst olmuş durumdaydı.

Bilinçaltındaki mezhepsel önyargılarla yönetilen dış politika yüzünden ülke, tarihinin en yalnız bir dönemine girmiş oldu.

Demokratik ülkelerde ülke bu denli çözümsüzlüklerle karşı karşıya kaldığında “tek çözüm” elbette seçimdir, amma?

Kararı verecek olan Tek Adam’ın o sanıktan çıkmayacağı da artık yalın bir gerçek ise?

O seçim ne zaman ve nasıl olacak?

Yanıtı, AK Saray’ın şu pazarlıklarına bağlı:

Öncelikli çabası Millet İttifakını dağıtmak…

Beraberinde, Devlet Bahçelinin yerine -İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş-(!) parlamenter sistem isteyen M. Akşener’i  (kendini güvence altına alarak) ikna emek…

Hal edip-etmeyeceğini göreceğiz? Bize beklemek düşüyor…

Yine de kesin olan bir gerçek var: Yakan tarih, bir yolla(!) zirveye çıkmış çok Tek Adam gördü ama sonsuza dek zirvede Kalan’ını hiç görmedi.