Türk Dil Kurumu (T.D.K.) sözlüğünde “aydın” kelimesinin karşılığında, “kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse)” yazıyor. Uygar dünyanın katıksız bir aydın saydığı Fransız düşünür ve yazar Albert Camus ise aydını şöyle tanımlıyor: “kimliğine ve kişiliğine saygın ve özgüvenli kişi, tanım gereği günün tarihini yapanların emrine girmez”. Camus, aydın kişiyi salt bir sıfatla değil, somut ve eylemli bir tanımla belirlemiş. Yani kıvırmaya, yakıştırmaya bırakmamış. 1994’de Belediye Başkanlığı ile halkın politik gündemine girdiğinden beri aydınlar tarafından en çok tartışılan kişi, R.T. Erdoğan’dır. 2007 seçiminden bu yana da yalnız Türkiye’de değil, özellikle uygar dünyanın politik (aydın) kamuoyunda da ilk kez bir Türkiyeli bu kadar çok tartışılır oldu. T.D.K. tanımana bakarsak, bu gün Partili Cumhurbaşkanını eleştirenlere de, savunanlara da aydın diyebiliriz. Oysa yalnız AK Saray’ın yandaşları değil, karşısındakilerin pek çoğu da Albert Camus’nun tanımana girmez. Çünkü Camus, “iktidarda olanın emrine” demiyor, “günün tarihini yapanların emrine” diyor. Kendimi de katarak diyorum ki, T.D.K. aydın tanımına girsek te, Türkiye’yi bu günlere getiren cumhurbaşkanı, başbakan olanların öyle-böyle, az-çok, doğrudan-dolaylı emrine giren hiç birimiz, Camus’nun dediği aydın sayılamayız. Bu bilgiç genellemeyi yapmamın nedeni, hep tartışılan, “ülkenin bu günlere gelmesinde en büyük sorumluluk (suç), bu liderler kadar, onların emrine giren aydınlarındır” anlayışına (eleştirisine) kendimce açıklık getirme çabamdır. Yaşayarak gördüm ki, evet, bizim gibilerin çok büyük payı vardır, ancak Türkiye’min asıl sorunu, (eksikliği, kaybı, derdi, sıkıntısı) “aydın” birey sorunu değil, “aydınlanma” sorunudur. “Aydın olmadan aydınlanma olur mu?” derseniz, kimse üstüne alınmasın, Albert Camus’nun işaret ettiği gerçek aydını da, aydınlanma çığırının (toprağının) yarattığını (çıkardığını), hala anlayamamış olanlardır. Bizde aydınlanma akımı (çığırı-süreci) laik cumhuriyetle başladı. Hatta bir Amasyalı olarak övündüğüm “Amasya Tamiminin şu cümlesi bu sürecin temel taşıdır. “Milletin bağımsızlığını (Hilafete bağlı kulluktan, cumhuriyetin özgür yurttaşlığına geçişi), yine Milletin azim ve kararı kurtaracaktır”. Ve sürecin nasıl başarıya ulaşacağını da, Mustafa Kemal Atatürk Bursa’da “Öğretmen Hanımlar ve Öğretmen Beyler, ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı… Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksanız” inancayla, göstermiş ve belgelemiştir. Öyle de oldu. Benim de içinde olduğum 1974’deki Halkçı Bülent Ecevit’in Cumhuriyet Halk Partisi ile Ümmetçi Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP) Koalisyonuna kadar, eğitim sistemimize (yazılımı ile de olsa) hâkim olan laik demokratik cumhuriyetçi maya, uygulamada esas olarak tuttu ve sürdü.