Artık her yıl 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ü daha çok arıyoruz. Saplantı ve sapkınlıkların esiri olmayanların, daha Samsun’dan Anadolu’ya ayağını bastığında aklındaki temel amacının “Yurtta sulh, Cihanda sulh” olduğunu görmeleri gerekir.
“Görmeleri” derken asıl, başta sömürüden vaz geçmeyen İrikıyım ülkeler olmak üzere bir yolunu bulup halklarının başına geçen kendini “vazgeçilmez, seçeneksiz ve tek adam” sanan politikacıları kastediyorum.
“Eğer devamlı sulh isteniyorsa, kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek milletlerarası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir”.
Atatürk bu sözü 1935’te söylemiş. Daha ikinci Dünya Savaşı henüz ortada yok. Keşke 87 yıl önceki bu söz başta Ankara olmak üzere, ilgili Başkentlerde, “BİRİLERİNİN” başucunda uyandırıcı alarm sesi olsaydı! Nerede!..
Asya’da, Afrika’ya tırmanan din, ırk ve mezhep terörü, Ortadoğu’da yıllardır akan kan, Avrupa’ya ulaşan tanklı-toplu savaşların arkasında, yığınların AŞ-İŞ derdi-çilesi var olmaya devam ediyor.
Savaşların ve terörün yok edilmesi için her ülkenin kendi içinde ve ülkeler arasındaki gelirin bölüşümünün, adalet duygularını dindirecek ölçüde gelişmesi gerekirdi. Hiç öyle olmadı.
TÜİK’in Türkiye’mizde, Birleşmiş Milletlerin dünyada açıkladığı son bilgilere göre, gelir dağılımındaki adaletsizlik her yıl gittikçe artmaktadır. Ülkemizde özellikle son beş yılda hızla düşen reel gelirler sonucu, açlık ve yoksulluğun dayanılmaz hale geldiğini resmi istatistikler gösteriyor.
Ayrılıkçı terörün bu nedenden dolay kitleler üzerinde propaganda baskısını artırdığını, etnik farklılığı bu gerekçeye dayandırarak istismar ettiğini gizli kamu raporları göstermişti. Güney sınırlarımızı yangına çeviren ve milyonlarca insanı göçe zorlayan nedenlerin başında bu var.
Yıllar önce, Suudi Arabistan eski İstihbarat Örgütü Başkanı bir Prens BBC’de konuşurken, “El Kaide’nin örgütlenme nedeni olarak ilk amacının, açlık ve baskıyı ortadan kaldırmak” olduğunu, Bin Ladin’in kendisine söylediğini açıklamıştı. Hatta “bu amacın, Kuran’ın (İslamiyet’in) asıl emri” olduğunu, bunun için “önce Afganistan’da eylemelere girişme” fikrini kendisine açtığını söyleyen Suudi Prens, haklı gerekçesi nedeni ile o günlerde “Bin Ladin’i desteklediklerini” de açığa vurmuştu.
İsrail, o kurak ve yoksul bölgede zenginleşirken, beraberinde Filistinlileri de yok saymasa ve batıdan aldığı yardım ve destek ile sağladığı ekonomik gelişmeyi o topraklarda beraber yaşadığı Araplarla paylaşabilse idi, bölge bugün kin-kan değil, barış bölgesi olabilirdi.
Benzer durum, Afrika’da, Asya’da daha da acı. Dünya Bankası’nın bir araştırmasına göre, 20 en fakir ülkenin ortalama fert başına milli geliri 1960-62 yıllarında 200 Dolar iken, 2000-02’de 250 Dolara ve 2016’da 515 ve 2020’de 740 Dolara çıkmış. Yani 60 yılda ancak 540 Dolar artabilmiş. En zengin 20 ülkede ayni süre içindeki artış ise, 45.000 dolar dolayında.
Oysa her terör patlamasından sonra “yarın sıra kimde” korkusu ile bir araya gelen Büyük Devlet Adamı geçinenler, yalnızca daha çok askerî ve polisiye önlemleri artırmaya, silah tüccarlarının servetine servet katmaya devam ettiler ve ediyorlar.
Topla-tüfekle-süngüyle Kurtuluş Savaşı kazanmış Asker Mustafa Kemal, kalıcı barışın ancak dünyada açlığın elbirliği ile ortadan kaldırılmasına bağlı olduğunu 87 yıl önce söylüyor ama… Anlaşılıyor ki, geçmişin gerçeğini bilmeyen ve kendini vazgeçilmez, seçeneksiz sanan Tek Adamların, Mustafa Kemal Atatürk’ü duymalarını beklemek boşunadır.
Yine de bu yıl 19 Mayıs’ta genç kuşaklarımızın gösterdiği yükselen görkemli heyecan ve paylaşım, ülkemizin geleceği açısından ulusa gurur ve övünç vermiştir.