Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin, Türkiye Büyük Millet Meclisini büyük oranda devre dışı bıraktığı bir gerçek. Muhalefet daha önce, başta devlet bütçesi olmak üzere, içinden seçilen hükümetin karar ve icraatını denetler, soruşturur, araştırır ve hatta gensoruyla düşürebilirdi. Artık bu hak ve yetkisi olmayan ve AK Saray’dan gelen adeta emirname gibi dosyaları (yasaları) onaylayan bir kurul halinde.
Partili Cumhurbaşkanı, canı ister İstanbul’a kanal yapar, ister Çanakkale’ye köprü, ister AK Saray Külliyesini Atatürk Orman Çiftliğinin (tahminen 30 Bin Dönüm) tamamına yayar. İsterse de New York kentinde diktirdiği, BM’in 193 üyesinden hiçbirinin yapamadığı(!) 35 katlı gökdelende, kendi ülkesinde olmayan “Adaleti” bütün dünyaya hâkim kılacağını vaat ettiği ilk kitabının reklâmını yapar.
Ülkede, geleceğin nereye varacağı konusunda iyimser olmak artık olası değil. Üstelik Partili Cumhurbaşkanlığının oy kaygısına dayalı politik gündemini, başta CHP, muhalefeti karalama, suçlama ve yargılama üzerine kurduğu da bir gerçek.
Muhalefet ise, nasıl, hangi koşullarda ve ne zaman seçim olacağı belirsizliğine karşın, sandıkta karşılık bulacağı umuduyla, Tek Adam’ın anayasaya, yasalara ve kamusal geleneklere aykırı kararlarını ve uygulamalarını fotoğraflayarak, dosyalayarak ve belgeleyerek eleştirilerini tırmandırıyor. Benim gibi laik demokratik cumhuriyetçilerimiz de, pes etmemek için ve “umut her zaman vardır” anlayışı ile yazıp-çiziyoruz.
İçimizden birisi de siyasetçi yazar Engin Ünsal’dır. Daha önce de aktardığım bir tarihi çağrışımını yinelemek istiyorum; “Gaius Caesar Agustus Germanicus III. Roma İmparatorudur ve MS 37-41 yılları arasında görev yapmıştır. Aşırı hırsı, acımasızlığı ve Caligula takma adı ile tanınır. Gaius Caesar, şöhretin ve gücün insanı politik yaşamında nasıl bozduğunun tipik bir örneğidir. Kendini, yaşayan tanrı olarak ilan etmişti. Atını Senato’da konsül yapmış ve bunu tüm ülkeye ilan etmiştir. İhtirasını frenlemesini bilmeyen, -muktedirim her istediğimi yaparım- sanısına kapılan ve yaptıklarından asla nedamet duymayan bir imparatordu. Arkadaşlarının onu hal* etmeleri dört yıl aldı. İngilizcede siyasiler için kullanılan bir deyim vardır;
-Power Corrupts- bunu dilimize -güç insanı bozar, yozlaştırır- olarak çevirebiliriz. Siyasette öne çıkan insanların etrafını, özellikle geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde, kişilik fukarası, tabasbusa meyilli, el-etek öpmeye meraklı insanlar sarar. O lider uçmasa da onu uçururlar. Bir toplumun başına gelecek en büyük felaket budur. Bilimin ve bilgeliğin yok edildiği toplumların cahillerin egemenliğinde ve çoğunluğunda daha kolay yönetileceğini söylerler ve onu ulemanın öne çıkarılmasına inandırırlar. İnandırılmış kişi de iktidarın nimetlerini sömürerek acımasızca kullanmaya başlar. Ama uzun sürmez bir gün gelir keser döner, sap döner ve hesap verme günü gelir.”
Caligula gerçeği, sadece Roma İmparatorluğuna özgü değildir. Yakın tarihte örnekleri çok görülen bu iktidar hırsı içindeki popülistlik (kitle yardakçılığı), en demokrat ülkeleri bile etkisi altına alabildi. Millici (nasyonal) sosyalist Adolf Hitler ile faşist Benito Mussolini'nin dünyayı kana bulayan ve milyonlarca insan canına mal olan politikalarına, Alman ve İtalyan kitleler, coşku ile güç verdiler. 1950'lerde ABD'deki Mc Carthy'izmin bayrağını, emekçi düşmanı beyaz ırkçı yüz binler, sırıtarak taşımıştır. Doğunun politik toprağı da tapılacak “muhteris muktedirler” yaratmakta çok verimlidir.
Faşizme karşı direnen Romen milislerin öncü kahramanlarındandı. Nikolay Çavuşesku’yu Tek Adamlık hırsı kurşunlara götürdü. Tabanı delik ayakkabı ile gelenlerin Karun’laştığı bilinir. At sırtında Bağdat’ı fethedip, heykelleri yerle bir edilenler geldi geçti. Sonu acı olan bir Başbakan da kibirle, “odunu aday göstersem, seçtiririm” demişti.
Kitlelerin toplumsal psikolojisini, bir anlamda ortak kitle ruhunu irdeleyen bilimsel araştırmalar, beyni karartılan yığınların din, mezhep ve etnik duygusallıklarının, önlenemez tiranlar yarattığını belgelemiştir.
Acı gerçek o ki, kitle psikolojisi bu olaylar karşısında çoğu zaman hukuk dışı uygulamaları ve hatta devlet adına şiddet kullanımını alkışlamıştır. Oy hesabı yapan politikacı da, kitlenin bu çoklukla safça heyecanını ve duyarlığını hep kullanmıştır.
Ancak görüyoruz ki, uygar ülkelerde olduğu gibi bizde de nüfusumuzun artık çoğunluğunu içeren genç kuşaklar, erişilmez güce sahip olduğuna güvenenlerin (sananların) yaptıklarını, derin bir hüzünle ama tepkili bir sabırla izliyor. Çünkü onlar, yılların birikiminden aldıkları derslerin derinliğini, zenginliğini ve ortak sorumluluğunu özümsemiş olmanın özgüveni içindeler.
Çünkü onlar, değişim ve gelişim özgürlüğünün verilmediğini, alındığını “6. Filo (Yankee) Go Home” diye haykırdıkları 1960’ların ikinci yarısından beri çok iyi öğrendiler ve öğretmeye devam ediyorlar.
(*) Hal etmek. Hükümdarı tahttan indirmek, hükümdarlık unvanını elinden almaktır. (Osmanlıca lugatı)