UĞUR MUMCU - Yaşayan Akıl ve Yürek

Erol Çevikçe

1960’ın sonu ve 70'lerde dünya, sosyalizm rüzgârlarının estiği ve ülkemiz aydınlarının da etkisinde kaldığı bir evreyi yaşıyordu.

1990 sonrası küresel sermayenin (kapitalizmin) hâkimiyeti, başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasını sonu alınmaz bir terör ve savaş alanına dönüştürdü.

Bu bölgede, sömürgen büyüklerin, “böl ve yönet” amacı ile ırk-din-mezhep ayrılığını körüklediği, kan ve can pazarı gerçeğini yaşıyoruz.

İslam dünyasının tek laik demokratik cumhuriyeti Türkiye’mizde de bu gün ümmet ve şeriat anayasalarının ilan edildiği ve Hilafet bayraklarının açıldığı gidişatla karşı karşıyayız.

Her yıl artan bir özlemle andığımız Uğur Mumcu 31 yıl önce 24 Ocakta işte bu gerçeklere karşı kalemiyle var gücü ile savaştığı için katledildi. 

O günlere gidelim;  12 Mart 1971 Darbesi merkez sağ Adalet Partisine (Başbakan Süleyman Demirel’e) karşı yapılmış gözükse de, sözde Sovyetler Birliği destekli komünist tehlikeyi önlemek için Silahlı Kuvvetlerin dolaylı bir hükümet darbesi idi.

Sonuçta Generaller, bürokratlardan kurdukları hükümet aracılığı ile sıkı yönetim ilan ettiler ve başta sol düşüncede olan yazar, çizer, sendikacı, sivil tolum üyesi olmak üzere, kadın-erkek çok sayıda yurtseveri (idam dahil) cezalandırdılar. 

Önlemek bir yana karşılıklı çatışmaların özellikle derin devlet destekli Ülkücülerin silahlı tırmanışı ile ülke, bir kez daha hem de doğrudan 12 Eylül 1980 Darbesi ile karşı karşıya kaldı.

Elbette ülkenin hala süren asıl yapısal sorunu ise, “bol geldi” diyerek 1961 anayasası ve yasalarda yapılan değişikliklerle, insan hakları- özgürlükler ve demokrasi konusundaki duraklama ve hatta geri gidiş oldu. 

1963’te, sınav kazanmış ve Devlet Planlama Teşkilatında çalışmaya başlamıştım. İlk gereksinim, bir ev bulmaktı. Şimdilerde kalabalıktan zor yürünen tenha yolları arşınlamaya koyuldum. Bir aksam saati, Bahçelievler 10. Sokak'ta girdiğim dairede, evin annesi ile konuştuk anlaştık ve sözleşmeyi imzaladık. Salonun köşesinde kitaplarına gömülmüş, gözlüklü, bilim adamı görünümlü, genç bir üniversiteli dikkatimi çekti. Planlamacı olduğumu duyunca, dersi bıraktı ve bana sorular sormaya başladı. Yıllar sonra ben de arkadaşım Uğur Mumcu'ya 12 Mart’ta aldığı ceza ve gördüğü manevi işkenceyi anımsayarak, "Sakıncalı Piyade olmak seni üzdü mü?" diye sorduğumda, gözlerindeki o asil ve sevecen gülümseyişini hiç unutmadım.

Uğur Mumcu, dostu olmaktan gurur duyduğum, aklı ve yüreğiyle ulusunu seven, insanlığa karşı sorumluluk bilincinde bir aydındı. "Merkezi Ekonomik Planlamanın" ülkesini ve halkını yoksulluktan kurtaracağına bizim gibi bel bağlayanlardandı. Üniversitede, gençliğin düşünce önderlerindendi.  

Siyasetin, olumsuzlukların kaynağı olduğu kadar ekonomik, sosyal toplumsal sorunların da ancak onunla çözülebileceğinin bilinci içindeydi. Özündeki devrimci ruh onu, sömürüye ve ezilmişliğe başkaldırmaya adeta azmettirmişti. O nedenle bütün gücünü ve aklını, doğruya ve gerçeğe adamıştı.

Bu gün artık ABD başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerde bile foyası açığa çıkan sözde demokrasi adına “popülizmin”, yoksulluktan kurtulmak isteyen ülkemizde de, halkın değil, sonunda bir “Tek Adamın” egemen olma yolunu açacağını, ilk görenlerdendi.

O, Sovyetler Birliği'nde (Rusya’da) devlet komünizminin hızlı düşüşünü en erken sezenlerden de biriydi. Doğmalardan gerçeklere ulaşmanın önündeki çetin zorluğu görerek temel sorununun, "özgürlük, insan hakları ve bilimle, hukukun üstünlüğünü sağlamak" olduğu yargısı, Uğur Mumcu'nun düşüncelerinin temeli olmuştu.

İşte bu çizgide kimselerin üzerine gidemediği gerçekleri bulmaya ve hiç korkmadan açıklamaya kendisini adadı. Bunun, Türkiye'de yaşam pahasına bir büyük dava olduğunu herkesten önce o gördü. Yine de göze aldı.

Uğur Mumcu’nun katledilişinin 31.yıl dönümünde derin bir elem ve kaygıyla görüyoruz ki, artık, “laik demokratik sosyal bir hukuk devleti” olan toplumsal yapımızın kırılma ve dağılma baskısıyla karşı karşıya gelişi, O’nun yorum, eleştiri ve uyarılarının doğruluğunu ve gerçek bir aydın ve düşünür olarak haklılığını ortaya koydu.

Sevgiyle, özlemle anıyoruz ve arıyoruz