Son çeyrek yüzyılda "İnanılır ve Güvenilir Olmak” üzerine hemen her yerde yapılan araştırma ve anketlerde “politikacı” sıralamanın altlarında yer alır. Bizde ise, liderler başta politikacımıza ne inanan ne de güvenen kaldı.
Yaşlı ve hasta olduğu halde 1999 seçiminde Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Bülent Ecevit’in birinci parti ve Başbakan olmasının tek nedeni, halkın inanılır ve güvenilir bir lidere olan susamışlığı idi.
12 Eylül 1980 darbesi öncesi, politikacı bu günkü kadar dipte değildi. 1973’de ilk milletvekili seçildiğimde, ben de genel izlenim gibi, dışardan olumsuz düşüncelere sahiptim. Daha ilk yılımda, tersine inanılır ve güvenilir olanların çoğunlukta olduğuna tanık oldum.
12 Eylül darbesinin yarattığı zararların en başında, partileri kapatmaları ve politik kadroları yasaklamaları gelir. O yıllardan bu günlere tırmanan -ulusal birliği, bütünlüğü, barışı- tehdit eden, -ahlaki ve toplumsal değerleri- eriten olumsuzlukların, kırılmaların başlıca nedeni, o politik ayrışma ve köksüzleşmedir.
12 Eylül darbesinde, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi (AP) gibi, laik demokratik cumhuriyetle özdeş iki partinin kapatılmasıyla, halkın devletle arasında oluşmuş en uzak köylere kadar uzanan kılcal damarlar koptu.
Anayasal kısıtlamalarla, özellikle gençler ve sendikalar başta olmak üzere, sivil tolum örgütlerinin, bilim ve araştırma kuruluşlarının siyasi katılımdan dışlandığı bir ortamda kurulan yeni partiler, ilk seçimde kalıcı olmak için çareyi, alt kimlikler çevresinde toplanan bir taban oyu oluşturmakta aradılar. Partiler arası bu rekabet ülkeyi etnik kökene, bölgesel hesaplara ve din, mezhep esasına yani alt kimliklere dayalı siyasal ayrışmaya götürdü.
1980’den sonra demokrasinin adeta askıyı alınmış hali, parlamenter sistemin zaafına dönüştü. Özellikle ekonomik yapısal dönüşümdeki başarısızlıklar ve bu günkü gibi “paradan para kazanma” düzeninin mali yapıyı felç etmesi sonucu ülke 2001 krizine sürüklendi.
2002 seçiminde halk çareyi, kurtarıcı sandığı denenmemiş bir bıçkın politikacıda aradı. Gerçek hedefini saklı tutarak ABD ve AB’nin desteğini arkasına alan laik demokratik cumhuriyet karşıtı (‘Demokrasi sadece sandıktır- Demokrasi bizim için amaç değil, hedefimiz yolunda araçtır’ inançlı) bir parti ve lideri R.T. Erdoğan, kuvvetler ayırımını ortadan kaldıran 2010 ve 2018 Anayasa değişiklilerini yüzde 50+1 ile de olsa geçirdiler.
Ülkenin politik tartışması 2018’den sonra artık, doğrudan Tek Adamla diğer parti Genel Başkanları arsındaki kişisel kavgaya dönüştü. İlkeli ve toplumsal amaçları hedefleyen politik rekabetin yerini, seçmenin kısa dönemli ekonomik beklentilerini istismar eden, liderler arası bir çekişme aldı
Böyle olunca da, gerçekleri saptıran ve hükümet gücüyle donanmış propaganda, halkın (seçmenin) kafasını tam anlamıyla karıştırdı. O hale geldi ki, sindirilmiş medyada, yargıda ve kamusal kurumlarda yansızlık ve sorumluluk kalmadı.
Dolaysıyla halkın bilinç ve akıl dünyasının üzerine çöken bu kara bulut kural, yasa, adalet ve ahlak duygularını soldurdu-köreltti. O kadar ki, yalın ve çıplak bir suçun karşısında susarak arka dönmek (üç maymunu oynamak) genel alışkanlık (adet) oldu.
Başta benim kuşağım olmak üzere, bu sürüye ayak uyduramayan -omurgalıların- (inançlı laik demokratik cumhuriyetçilerin), bu manzara karşısında içine düştüğü karamsarlık yüz yıldır ilk kez yaşanıyor.
Ancak, ne denli "usta" olursa olsun bu çöküşün sorumlusu olan hiçbir politikacı(!), 2024 yerel seçimine giderken “reform”, “yeni kadro”, "yeniden İstanbul” diyerek bu bataklığı temizleyemez, bu devasa yükü (halka olan borcu) kaldıramaz.
Hele ki, cumhuriyetin kurucu partisi CHP beklenmedik bir atılımla (sağduyulu ve inandırıcı söylem ve eylemle) kendini toparlamışken… Hep inandığım bir gerçek vardır, -toplumsal olaylar geç de olsa, sürekli ileriye aydınlığa doğru akar gider-. Önünde kim, ne olursa olsun duramaz, duramayacaktır.
Şimdi de hedef 31 Mart 2024 seçimi. Dileriz 31 Mart 2019’un da ilerisine geçer.
(*) Batkın (Müflis):Borçlarını ödeyemez duruma düşen, iflas etmiş -yapı, kişi- (TDK)