SIRADIŞI BİR SİYASETÇİ 2

Erol Çevikçe

Geçen hafta 1. bölümünü paylaştığım Adana MV, düşünür ve yazar Turgay Develi’nin dosya niteliğinde kaleme aldıklarının 2. bölümünü de bu hafta sunuyorum:  

                                                     İmamoğlu’nun Bagajı (2.Bl.)

CHP'li kadroların, muhtemel bir İGDAŞ özelleştirmesini AKP'nin yaptığı özelleştirmelerle kıyaslayarak 'Biz daha iyi yaparız' gibi bir inanışa sahip olduklarına eminim. Zaten herhangi bir şeyi iktidardan daha kötü yapmak pek kolay olmadığı için bu inanışlarında haklı olduklarını da varsayabiliriz. Ancak esas problem, özelleştirmenin, ya da kamu şirketlerinin halka arzının, ne kadar başarılı bir şekilde yürütülürlerse yürütülsünler temelden hatalı olması ve işlemesinin mümkün olmamasıdır.

Özelleştirmelerini 80'li yıllardan itibaren başlatan ve tamamlayan gelişmiş ülkelerde bugün yapılan altyapı ve kamu hizmetleri temelli tartışmalara bir göz atmak, bu bakımdan kafa açıcı olacaktır. Örneğin İngiltere'nin en büyük su ve kanalizasyon şirketi olan, tüm hanelerin yüzde 25'inin suyunu sağlayan ve Thatcher döneminde özelleştirilen Thames Water şirketinin hikâyesi finans insanları için ibretlik dersler taşıyor;

Klasik masallarla borçsuz olarak özelleştirilen şirket, 32 yılda 14.3 milyar pound borçlanarak İngiltere'nin en borçlu şirketlerinden birisi haline geldi. Bu süreçte hiçbir altyapı yatırımı yapmayıp, onun yerine yatırımcılarına 7.2 milyar pound temettü ödemesi yaparak bugüne kadar gelen Thames Water, bugün İngiliz siyasetinin en can sıkıcı konularından birini oluşturuyor. Zira şirket borçları sebebiyle çok ihtiyaç bulunan altyapı yatırımlarını yapamıyor, şirketin hissedarları olan yatırımcılar ise su faturalarına yüzde 40'lık bir zam yapılmaması halinde şirkete nakit enjeksiyonu yapmayı reddediyorlar. Şu anda mahkemelik olan bu konu çözülmeye çalışılırken yenilenemediği için çürüyen kanalizasyon sistemlerinden Londra'nın göbeğinden geçen Thames nehrine düzenli olarak kanalizasyon sızıntısı yaşanıyor ve konu haber olmaya devam ediyor.

Bu sadece tek bir örnek... (Ek not: İmamoğlu gibi henüz nispeten bagajsız olan ve Türkiye siyasetinde uzun yıllar tepeye oynamaya aday birisinin, henüz erken bir döneminde yapacağı benzer bir hatanın, özellikle de İstanbul halkının cüzdanına direkt olarak dokunacak bir hatanın yakasını bırakması kolay olmayacaktır.)

İDO örneğini verince akıllara İGDAŞ'ı ilk özelleştirmeye çalışanın da AKP olduğu gerçeği geliyor tabii... CHP'nin ekonomik ideolojisinin AKP'den bir farkının olmadığını sık sık yazan birisi olarak CHP'ye geçen İBB'nin AKP'nin yarım bıraktığı özelleştirmeyi tamamlamaya çalışmasındaki acı ironiye değinmeden geçemeyeceğim (AKP, İGDAŞ'ı özelleştirmeye kalktığı zaman çıkan talipler olan EDF ve GAZPROM'un Fransa ve Rusya'nın kamuya ait şirketleri olması da ayrı bir ironi).

Finansman ihtiyacı için ‘halka arz’ konusu sadece İGDAŞ ya da belediye konusu değil, bir zihniyet, bir ideoloji meselesidir. Belediyenin kaynağa ihtiyacı olabilir, İGDAŞ gibi bir değeri daha verimli kullanmak istiyor olabilir, yerel yönetimlerle ilgili farklı vizyonlar denenebilir, hiçbir şey taşa yazılı, değiştirilemez, tartışılamaz değildir elbet. Ancak büyük mücadeleler sonucunda kazanılan ve elde tutulan Türkiye'nin en büyük şehrinin tek tek elle seçilen kadrolarının sorunlara getirdiği çözümler AKP'nin yirmi yıllık girişimlerinden farklı olamıyorsa ortada bir problem var demektir.

İmamoğlu ya da başkası, eğer ülkeyi dönüştürmeye talipse, çevresindekileri de önüne gelen her probleme elli senedir denenen eski çözümleri fırlatmak dışında bir ileri görüşü olan kişilerden seçmesi, yaşça ne kadar genç olursa olsun kafası eski olanları temizlemesi gerekiyor. Türkiye'ye talip olan bir ekibin AKP kadrolarına kıyasla daha iyi olması yetmez, Türkiye'yi dünyayla rekabet edecek seviyeye taşıyabilmek için farklı düşünen, yeniliklere açık, eski ezberleri bozacak cesarete sahip olan, problemlerin bagaja dönüşmesini engelleyebilecek birileri gerekiyor.

10 milyar dolarlık değerlemesi ve yılda yaklaşık 1 milyar dolarlık geliriyle büyük yatırımcıların ağzını sulandıran İGDAŞ gibi bir şirketin kaynak yaratmakta zorlanması pek akla yatmıyor. Tahvil ihracına hazine izin vermiyor desek -ki bu konuda yapılacak bir siyasi mücadelenin özelleştirmeden kat kat daha popüler olacağına şüphe yok- bu ölçekte bir şirketin finansman bulmak için halka arzdan önce başvurabileceği birçok yöntem olduğu çok açık. 

Sormak lazım, lokanta açmak belediye işi midir? Stratejik önemi daha zımni fakat daha büyük olan İGDAŞ'ı satıp, vatandaşın doyması için lokanta açan bir belediyenin ideolojik pozisyonunu iktidarın popülizminden nasıl ayrıştıracağız?                             

                                                                                              Turgay Develi, (Çukurova Barış 28 Mayıs 2024)

Konu sadece İGDAŞ ya da belediye konusu değil, bir zihniyet, bir ideoloji meselesidir. Belediyenin kaynağa ihtiyacı olabilir, İGDAŞ gibi bir değeri daha verimli kullanmak istiyor olabilir, yerel yönetimlerle ilgili farklı vizyonlar denenebilir, hiçbir şey taşa yazılı, değiştirilemez, tartışılamaz değildir elbet. Ancak büyük mücadeleler sonucunda kazanılan ve elde tutulan Türkiye'nin en büyük şehrinin tek tek elle seçilen kadrolarının sorunlara getirdiği çözümler AKP'nin yirmi yıllık girişimlerinden farklı olamıyorsa ortada bir problem var demektir.

İmamoğlu ya da başkası, eğer ülkeyi dönüştürmeye talipse, çevresindekileri de önüne gelen her probleme elli senedir denenen eski çözümleri fırlatmak dışında bir vizyonu olan kişilerden seçmesi, fiziken ne kadar genç olursa olsun kafası eski olanları temizlemesi gerekiyor. Türkiye'ye talip olan bir ekibin AKP kadrolarına kıyasla daha iyi olması yetmez, Türkiye'yi dünyayla rekabet edecek seviyeye taşıyabilmek için farklı düşünen, yeniliklere açık, eski ezberleri bozacak cesarete sahip olan, problemlerin bagaja dönüşmesini engelleyebilecek birileri gerekiyor... Sonra duymadım olmasın.