SEÇİM ARİFESİ Yazım

Erol Çevikçe

Aşağıdaki yazıyı bir-kaç yıl önce Ramazan bayramının arifesinde yazmıştım. 1 Nisan 2024 bu sabah bir kez daha okurken yerel seçim sonuçlarını almış olacağız. Ya, AKP Partili Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan (emanetçisi Murat Kurum), 5 yıl önce yitirdiği İstanbul B. Ş. Belediye Başkanlığı seçimini yine alamadı. Ya da,  atadığı 17 Bakanı (sekreteri) ile birlikte ve orantısız devlet gücüyle, haftalar süren her türlü oyunla, 1300 yıl önce Arapların alamadığı İstanbul’u (adeta onlar adına fetih edercesine) laik demokratik cumhuriyetçi CHP’den geri almış oldu.

İşte ben, 10 gün sonraki Ramazan Bayramımızın yerine, 31 Mart 2024 yerel seçiminin Arifesinde Amasya ‘da oyumu kullanıp, sonuçları öğrenmeden o eski yazımı yineleyerek kendimce, olacakları ve olduranları aydınlatmak istedim:

                                    Müze Kent Amasya’da Ramazan                                                                                        

"Bunda yoksul isen, anda yücesin", bu deyiş bir ilahi mısraıdır. Hani mevlithanlar camilerde hep bir ağızdan okurlar ya; İşte onlardan birinin bir satırı. Anlamı açıldığında, "Bu dünyada yoksul isen, öbür dünyada her varlığın olacak" vaadidir.

Ramazan, Müslümanların oruç tutma ayıdır. Bu ay ibadetin en yoğun yapıldığı bir ay olarak da algılanır. Ramazanda kılınan teravih namazı 33 rekâttır. İslâm’ın diğer dört şartına oranla, 7 yaşında başlanan orucun çocukluk ve gençlik çağında çok daha yaygın ve inançla uygulandığı bir gerçektir. Bir anlamda diğerlerinin bireyselliğine karşın ramazan ve oruç, dinimizin kültürel de denebilecek bir ibadet koşuludur.

Eskilerde, Ramazan gecelerini hiç uyumaksızın sabaha kadar ibadetle geçirenler çoğunlukta idi. Elbette ertesi gün iş-güç yoktu. Hatta daha eskilerde, İstanbul’da esnafın bir kısmı dükkânını hiç açmaz ya da birkaç saat açarmış. Hâlâ Anadolu kentlerinde iş saatlerini oruç düzenine göre ayarlayan yerler vardır.

Son yıllarda ise, AKP iktidarı ile birlikte her yıl, Arap ülkelerini andıran baskıların yaygınlaştığı açıkça görülüyor. Oruç tutsun tutmasın, Ramazan ayında dini kurallara aykırı davranmak, çoğu yerde cezalandırılır hale geldi.

Benim çocukluğumda, Ramazanda iftardan sonra her akşam ayrı bir camide teravih namazı kılmak, çok güzel bir heyecandı. Amasya, İstanbul’dan sonra Bursa ile birlikte Osmanlı’nın dini kültür ve eğitim merkezlerinden biridir.

O kadar çok ibadet yeri vardır ki, istenirse 30 gün Ramazan başka bir camide teravih kılınabilir. Eskinin bir başka özelliği de şehrin en güzel mevlithanlarının, oluşturduğu ilahi takımı ile her akşam değişik bir camide okumalarıydı.

Arkadaşlarımla biz de onları izler, teravih namazını o camide kılardık. Çakırın Abdullah ve takımı, değişik makamlarda okudukları ilahilerle bizi bu dünyadan sanki alıp götürürlerdi. Kısık sesle de olsa temposuna uygun vücut hareketleri ile onlara eşlik etmek en büyük coşkumuzdu: "Teravih kılanın köşkü yücedir; Bunda yoksul isen anda yücesin"; Bu deyiş, inançlı ruhlara "dünyada katlanacağı yoksulluğun ve ezikliğin karşılığı olarak, cennette mutlaka zenginliğe ve itibara kavuşacağı umudunu" vaat ediyordu!

Bunları yazarken hemen aklıma, laikliği "ibadet serbestliği" diye saptıran politikacılar ve "benim ülkemde Müslüman çoğunluk dini özgürlüklerle ilgili baskı görüyor ve sorunlar yaşıyor" diyen bir Devlet Başkanı geliyor.

Artık benzer olaylar kasıtlı olarak tırmandırdıkları için İktidarın Başındakileri anlamaya çalışmıyorum, onları kınıyorum. Çünkü gerçeği bildikleri halde, politik kariyerlerinin gücü haline getirdikleri partizanlık baskısının haksız ve acı sonuçları karşısında, sorumluluklarının ezikliğini bile duymaz durumdalar.

Eğitildikleri çocukluk ve gençlik ortamını onlardan daha yoğun yaşayan biri olarak, içtenlikle aktardığım o gerçekleri, kızgınlık duyarak da olsa, “hikâye" sayarak da olsa, okusunlar isterim.

Sözde, inançlara saygılı geçinen bazı okumuşlar gibi onları da, yeniden bir kez daha düşündüreceğimi sanarak safdillik yapıyorum. Gelecek kuşaklara karşı sorumluluğu olanların, ilkel hesaplar karşısında çok daha yürekli ve dürüst olmaları ve politik hırslarını yenebilmeleri gerekir.

Yoksuldan aldığınız oyların hesabını "anda" değil "bunda", kendi ülkenizde ve o yoksul ölmeden vermek zorundasınız. Hem de, zekât diye, fitre diye, sadaka diye değil, alın terinin karşılığı olarak hak ettiğini vererek.