1973’deki Petrol krizini OPEC’in (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) başındaki Suudiler başlattı. O günden beri Türkiye’miz, ekonomik kalkınma (sanayileşme) açısından petrol fiyatlarının olumsuz etkisini en şiddetli yaşayan bir ülkedir.
24 Ocak 1979’da hala tartışılan devalüasyon ve liberalleşme kararını alan Başbakan Süleyman Demirel’in şu sözü hiç unutulmamıştır, “70 Sente muhtacız”.
Devlet Planlamada göreve başladığımdan beri benim de kalkınmamızın önünde her zaman (bu gün de) birincil sorun olarak gördüğüm etken, döviz dar boğazıdır. Onun da temelinde petrol fiyatları yatar.
2001 krizi patladığında petrol fiyatlarına bağlı döviz gereksinimimiz yüzünden enflasyon tırmanmış. Dolaysıyla devalüasyona zorlanmış. Ve bir kez daha IMF’ye muhtaç duruma düşmüştük.
O krize gelişte çeyrek yüzyıl hiç iktidarda (sorumlu) olmadığı halde 2002 seçimini yitirme pahasına Başbakan Bülent Ecevit, başta Merkez Bankası olmak üzere, mali yapıya ait kurumların, politikadan bağımsız görev yapabilmesini sağlayan bir dizi yasal ve yönetsel kararları almıştır.
Diğer ekonomik ve idari önlemlerle ile birlikte başlatılan istikrar politikası, Nas temelli İktisatçı(!) R.T Erdoğan’a rağmen 2008’e dek göreceli de olsa sürdürüldü.
Ama inkâr etseler de, 2002’de hükümeti AKP’ye devrederken önceki her partiden Hükümetlerin (Başbakanların),, başta enerji olmak üzere, kara-deniz-hava ulaşımı, tarım ve sanayi sektörlerinde yapılan yatırım ve sağlanan üretim kapasitesi bakımından laik demokratik Türkiye Cumhuriyetini, gelişmiş yirmi ülke arasına yükselttikleri belgesel bir gerçektir.
Bu gerçeğe karşın, AK Sarayda Partili Cumhurbaşkanı olmaya azmetmiş bir Zat-ı Şahane, Ümmetin Başı olmak uğruna halkın ve ülkenin Aş ve İş derdine geçerli ve gerçekçi çözüm bulmak yerine, Türkiye Cumhuriyeti Devletini sonunda tarihinde hiç görülmedik bir batışın eşiğine getirmiş oldu.
O kadar ki, kendisinin artık “erişilmez güç” olduğuna inandığı 2019 yerel seçiminde bile uyanmadı! Özellikle İstanbul’da “kimsin sen ya” dediği bir Genç Adamın aldığı sonuca karşın, “sandıkta” yenildiği gerçeğini kabullenemediği gibi, Tek Adamlığını ispat için hırs-hiddet ve inatla yoluna devam etti.
Ta ki, 2021’de bir sabah kendi kasası durumuna soktuğu Merkez Bankasının kasasının bomboş olduğu gün gibi ortaya çıkana kadar! Suçu üzerinden atmak için de Emrindekileri yemeye başladı.
Ama iş işten geçmiş, elindeki iplerin hemen tamamı, görünürde Arap Kardeşlerinin ama aslında tarih boyu Arapları kullanan küresel sermayenin eline geçmişti artık…
Ettiği onca lâfı yiyerek Suudi Kralını kucaklarken de aklındakinin-fikrindekinin, kendi geleceğini korumak-kurtarmak olduğu yüzünden okunuyordu. Dahası, epeydir gevelediği sözlerinden anlaşılan; Demokrasiyi sadece sandık sandığı seçimi -ne zaman yaparsa yapsın- yitireceği korkusuna kapılmış durumda.
Ne yapıp, yapıp sandıktan yine çıkmak hesabı-planı yalnız beynini değil, vücudunu sarmış gözüküyor. Ankara’da, “hesap tutmazsa Partili Cumhurbaşkanlığı sistemine dayanarak, yetki sınırsızlığının(!) seçimi erteleyemeye kadar varacağı” fısıltıları dolaşıyor.
Anımsatalım; Yakın tarih, bir yolunu(!) bulup zirveye çıkmış çok Tek Adam gördü ama sonsuza dek zirvede Kalan’ını hiç görmedi.