Aradan nerede ise bir çeyrek yüzyıl (23 yıl) geçti. İşçisinden işverenine kadar her alanda bir kuşak değişti. Bu gün başta sabit gelirliler olmak üzere halkın yaşadığı pahalılık, işsizlik ve borçluluk hali, çalışan nüfusun çoğu için sanki ilk kez yaşanıyor!
Elbette bu derinlikte ve dayanılmaz ölçüde hiç olmadı ama örneğin 2002 seçiminde başta en güvenilir liderin DSP’si, meclisteki bütün partilerin tasfiye olduğu ve R. T. Erdoğan’ı bu günlere getiren 2000 malî (döviz dar boğazı) krizi de benzer bir “vak-a” idi.
2000 krizinden çıkabilmek için de ülkenin hazine ve maliyesinin yönetimini bu gün olduğu gibi dış finans odaklarında (ki, hep doğrudan ya da dolaylı IMF’de) kredisi olan bir isme teslim ettiler.
Hala ekonomik açıdan gelişmiş (-üretim ve tüketim- / -tasarruf ve yatırım- dengesini sürdürülebilir olarak karşılayacak kaynak yaratan) bir ülke olmayan Türkiye’mizin, hiç bitmeyen sorunlarının başında, dış kaynak kıtlığı yani altından kalkamadığımız ve ele-güne avuç açmak zorunda kaldığımız dış borç gelir.
2000 krizine, 1980 sonrası dünyaya hâkim olan küresel sermayenin zorladığı liberal (kapitalist) sistemin -içteki ortakları ile- özellikle tarımdan sanayiye dek ekonomiyi dışa bağımlı hale getirmeleri neden olmuştu (özelleştirmeler, ithal ikamesi endüstrilerden vazgeçirerek ithalata dayalı üretim ve tüketim).
Krizden çıkış için de yığılan dış borcun (Türk lirasının değer kaybı ve dövizin bulunmaz oluşu ve bankaların tam anlamıyla batık duruma gelmesi) tahsiline dönük batının İcra Memuru IMF’nin ekonomimize el koymasına mecbur (mahkûm) olunmuştur.
Bu kez gelinen aşamaya ise, 20 yıl boyunca salt siyasal amaçları ve hedefleri uğrunda AKP (R.T.E.) hükümetlerinin, kaynak yaratmak ve yatırmak yerine cumhuriyet hükümetlerinin 80 yıldaki birikimini satarak-savarak yandaş ve partizanlar arasında paylaşmak ve dağıtmakla gelinmiştir.
Hem de bu krize (bir anlamda batışa), 2000’deki bir yıllık bir hükümetin çaresizliği nedeni ile değil, 2018 sonrası Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin (Tek Adam Hükümetinin) arda-arda akıl ve bilim dışı bağnaz ve duygusal savlara dayalı inatla uyguladığı bir süreç sonunda gelindi.
2002 seçimi öncesi AKP adına Genel Başkan R. T. Erdoğan’ın tek propaganda konusu ekonomik krizin faturasını, gelmiş geçmiş halkın indinde tek dürüst politikacı olan iki yıllık başbakan Halkçı Bülent Ecevit’in üstüne yıkmak oldu.
O propagandada kullandığı yafta da Ecevit Koalisyonunun dış finans çevrelerinde çok itibarlı iktisatçı -yakında kaybettiğimiz- Kemal Derviş ve onun IMF programını uygulaması idi. Çünkü o program uzun dönemde ekonomide istikrarın sağlanmasına fırsat verdi ama programın bütün yükü çalışan emekçi kesimin üstüne yıkıldı.
Şimdi ülkenin karşı karşıya olduğu ve sözde “ekonomiyi rasyonelleştiriyoruz” diyerek Mehmet Şimşek’in kadrosunun uygulamaya başladığı -hazinenin ve bütçenin ve hatta holding ekonomisinin finansman açığının kapatılması- için çalışan kesimlerden istenen fedakârlık (daha çok vergi daha az ücret ve maaş -daha az Aş ve İş-) adı konmamış IMF programıdır.
Tek Adamın Dünya Bakasına teşekkür etmesinin bütün dünyada bilinen adresi IMF’dir. Çünkü gerçekte (aslında) Dünya Bankası da Beyaz Sarayın İcra Memuru IMF’nin, batanın iflas masasını yönetecek dairelerinden biridir.
Kemal Derviş te IMF’den değil Dünya Bankasından gelmiş bir iktisatçı idi, şimdiki Mehmet Şimşek’in ayni üst locanın Londra kolundan geldiği gibi.
Tek Adam kendini değil ama en yakınlarını avutuyor olsa da sonuçta batışın altında kalan yine Aş-İş derdindeki dar gelirli, yoksul ve açlık sınırındaki büyük çoğunluk olmaya devam ediyor.