Sovyetler Birliği 1980’lerin sonunda dağıldıktan sonra artık somut gerçeğe uymayan tarihi siyasal kuramların, uygulama olanağı kalmadı denebilir.
ABD’den Çine kadar bütün kamu-özel kurum ve kuruluşlar küresel sermayenin baskısı (güdümü) altına girdiği gerçeği yaşanıyor.
Türkiye'de hangi siyasi görüşte olursa olsun, 1980 öncesi karma ekonomi adı altında ama büyük oranda –ithal ikamesi hedefli- kamusal ağırlıklı yatırım ve finansman politikası izlendi.
1.ve 2. plan dönemlerinde (Benim de DPT'de çalıştığım yıllar) Sanayileşme ülke için 1 numaralı hedef idi. Türkiye'nin ekonomik Kalkınması, sanayileşme ile özdeşti. Sanayileşme hedeflerine ulaşmak için her türlü ekonomik, mali ve çevresel özveriye katlanması gerekir anlayışı hâkimdi.
"Sosyalistlikle" suçlanan ve sonra tasfiye edilen Planlamacılar gittiler. Yerlerine siyasi ideolojisi liberal kapitalist olan Demirel'in kadroları geldi. Ancak ülkenin ekonomik yapısından ötürü enerji başta alt yapıda olduğu gibi sanayi sektöründe de en ciddi yatırımlar, yine Devlet eliyle, 1966 - 1971 arası programlandı, bir kısmi aynı dönemde gerçekleşti.
Petro kimya, Alüminyum, Rafineriler, Demir Çelik, Büyük Tekstiller, İlaç sektörünün önemli yatırımları ve Otomotiv bu dönemin projeleridir. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, sanayileşme konusundaki emekleri için, bütün konuların üstünde bir heyecan ve haklı bir övünme duygusu taşırdı.
Ben, o dönemde yazdığım makalelerimde hep, ekonomik kalkınma ülkenin en öncelikli konusudur ve “kalkınma eşittir kamusal sanayileşmeyi” işledim durdum. Bana göre Özal’ın yanlışı doğrularından çoktu. Belki de, tek doğrusu dışsatıma dönük devlet destekli sanayileşme konusundaki kararlı politikasıydı.
1994 devalüasyonu ve 1995 seçiminden başlayarak gerekli mali ve ekonomik yapısal önlemler yeterince alınmadığı için de, 2000 krizine kadar genel dengeler sarsıldı. Ve geçmiş yirmi yıl ile hiç ilgisi olmadığı halde 2000 krizinin faturası o tarihteki koalisyonunun başbakanı Bülent Ecevit’in omuzlarında kaldı.
Yine de halk indinde bütün zamanların tek dürüst ve halkçı tanınan Ecevit’in kendini politik olarak bitirme pahasına aldığı önlemlerle, başta Merkez Bankasının bağımsızlığı olmak üzere yapısal anlamda reform değerindeki çıkardığı on beş yasa ile tahminlerden daha kısa sürede (2 yılda) özellikle ekonominin mali yapısında istikrar sağlandı. Ancak enflasyon kontrol altına alındığı ve yatırım eğilimi arttığı halde, halkın en önemli sorunu olan işsizliğin azalması biraz daha süreye bağlıydı.
Bu arada iki politik gelişme yaşandı; Yasaklanan Erbakan Hocanın partisinden ayrılanların kurduğu AKP’nin başına geçen R.T. Erdoğan’ın, krizin sorumluluğunu üzerine yıkarak, erken seçim için doğrudan Ecevit’e saldırı kampanyası açması.
Bu saldırı karşısında paniğe kapılan MHP’nin (Devlet Bahçeli’nin) 2004’de yapılacak olağan seçimi erkene çeken koalisyon hükümetini bozması ve 3 Kasım 2002 erken seçimi.
Buraya kadar, kaynağı halkın emeği olan devlet bütçesi, parlamenter demokrasi içinde halkın seçtiği cumhuriyet meclisinin onayı ve denetimindeki parti ya da koalisyon hükümetlerince harcandı (uygulandı).
Özellikle 2007 seçiminden sonra, AKP’yi tek başına ve tek elden yönetme gücünü elde eden R.T. Erdoğan bilerek ve isteyerek gerçek iki temel hedefine hızla yöneldi.
Birincisi aile ve yakın çevresi boyunda mali güç elde etmek (zenginleşmek). Öylece korkutarak ya da satın alarak başta vesayeti elinde bulunduranlar olmak üzere medya, iş dünyası, laiklik karşıtı sivil toplum kuruluşlarını (tarikatları) kontrolü altına almak.
İkincisi de “Halife” gücünde bir Tek Adam olmak.
AK Saray, 2018 seçimi ile Tek Adamlığını görünürde hukukileştirirken yukarda belirttiğim gibi, yüz yıllar öncesinin skolastik*(İlahî) ve hatta bağnaz hedeflerini gerçekleştirmek isteyenlerin kaçınılmaz sonu ile ülkeyi karşı karşıya getirdi.
2021 sonuna doğru, laik cumhuriyetin (halkın) yüz yıl boyunca büyük özveriyle yarattığı ekonomik ve mali kaynakları bildiğince harcayarak, satarak-savarak tüketti.
Arap Şeyhlerine el açarken “ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz, başaramayıp bitersek hep beraber biteriz” diyecek kadar da bilgisiz, sorumsuz ve omurgasız dar bir kadro artık, iktidardan gitmeme hesapları içine gömülmüş durumda.
Anadolu ve Trakya halkının anlayamadıkları yalın ve asil bir gerçeği vardır. Nasıl ki Sömürgenlerin filoları boğaza demir attığında “geldikleri gibi giderler” dediyse, “demokrasi sadece sandıktır” diyerek gelenleri de, o sandıktan geldikleri gibi göndermesini çok iyi bildiğidir.
Ama yarın ya da öbür gün, yeter ki sandık yanmadan olsun ister…
(*) Skolastik:(sıfat) Bir eski felsefe ile ilgili olan (TDK)