AKP’li Mahir Ünal grup başkan vekili olarak Genel Başkanının izni dışında asla söz edemez. Bilgisi olduğu için de AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, vekili M. Ünal’ın, halkın Aş-İş (yoksulluk ve haksızlık) gündemini değiştiren - ortalığı bir birine katan- Laik Cumhuriyet karşıtı sözlerini yadsımamış, sadece zamansız bulduğu için sinirlenmiştir! Felsefi tutumu bir yana daha çok bir siyaset kuramcısı olarak bilinen Makyavel (Niccolo Machiavelli), 1512’de yazdığı “Hükümdar” başlıklı kitabında, iktidarı elinde tutanın hedefine ulaşmasını sağlayacak yönetim biçiminin “Hükümdarlık”, günümüz tanımı ile “Tek Erklik -Tek elden ve Tek başına yönetim-, yöneticisinin ise “HÜKÜMDAR” olmasını önerir. Makyavelizm’in, 21. yüzyılın siyaset sözlüğünde de özgün yerini koruduğu söylenebilir. 1980’lerden beri özellikle başta çevremizdekiler olmak üzere, demokrasiyi kurumsallaştıramamış ülkelerdeki politik yöneticilerin, “Amaca giden her yol mubahtır”, “Demokrasi bizim için hedefe giden yolda araçtır”, “Beni anayasaya değil, anayasayı bana uydurun”, “Başkanlık artık fiili bir gerçektir” gibi söylemleri de, bu gerçeğin belgeli kanıtıdır. Daha İstanbul Belediye Başkanı olmadan Aziz Nesin’le çıktığı açık oturumda bu günkü Partili Cumhurbaşkanı, “laiklik, devlet sıfatıdır Müslüman birey laik olmaz, dolaysıyla toplum yaşamının dinî inançlara (şeriatı ima ederek) uygun olması gerekir” anlayışını dile getirmişti. Bu yüzden aldığı yasağı kaldırılarak önce Siirt MV sonra Başbakan olduğunda yukarıdaki sözlerin benzerlerini söylemeyi sürdürdü. Laiklik karşıtı bu tutumu gerekçe kılan Yargıtay Başsavcılığının 2008’de açtığı Anayasaya aykırılık davasında, kapatmak için 12 üyeden yarısından 1 fazlası, yani 7 üyenin oyu gerektiği için 1 üye çekimser 5 üye hayır, 6 üye evet dediği halde AKP kapatılamadı. 2011 seçimine giderken Genel Başkan R.T. Erdoğan’ın politik yaşamı için önünde artık iki seçenek vardı; Ya Hükümdar -Tek Adam- (bu günkü Partili Cumhurbaşkanı) olmak hedefinden vazgeçecek, ya da önündeki engelleri ne yapıp-yapıp(!) aşacaktı. 1980 anayasası ve partiler yasasının verdiği, milletvekilleri adaylarının demokratik önseçimle değil, genel başkan atamasıyla da belirlenebileceği olanağından yararlanarak, R.T Erdoğan önce 2011 seçiminde AKP Milletvekili grubunun hemen tamamını yandaşlarından oluşturdu. 2015 seçimi sonrası MHP’yi de iktidara (devlete) ortak ederek, TBMM’ni devre dışı kılabileceği bir duruma getirdi (bu gün tartışılan parlamenter sistemin etkisizleştirilmesi). Devamla, düzmece gerekçelere dayandığı ortaya çıkan Ergenekon vs davaları sayesinde, TSK’nin elinde olduğu tartışılan “devlet vesayetini” tekeline aldı. Sonunda, kuvvetler ayrılığını esas alan demokrasiyi kurumsallaştırmak için yüz yıldır savaşım verilen “yargıya-orduya-okula” politika sokulmaması konusunda adeta bir karşı devrim denemesine girişti.