Son yangınlarda bir kez daha gördük ki, ülke ve halk açısından ne denli acı, hatta kanlı olursa olsun olaylar, Partili Cumhurbaşkanı (Tek Adam) ile muhalefet liderleri arasında karşılıklı kişisel suçlamaya ve hatta kavgaya dönüşüyor.
Halkta bıkkınlık, tiksinti yaratan bu gerçek, toplumu saran karamsarlığın ve umutsuzluğun en büyük nedeni oldu artık.
Bu durumu başlatanın, içine düştüğü seçimi yitirme korkusundaki AK Saray olduğunu seçmen de görüyor. Ancak yarım yüzyıllık deneyimim bana belgeledi ki, bu eleştirel yaklaşımın arkasına takılmak, ana muhalefete hiçbir şey kazandırmadığı gibi umutsuzluğu daha da artırıyor.
Politikada geçmişimizin en usta yorumcusu Turan Güneş Hoca’dır. Halkta yarattığı umutlu ve iyimser beklentiyle CHP’yi başbakanlığa taşıyan Bülent Ecevit’in üzerinde, Turan Hocanın şu önerisinin çok büyük bir payı vardır: “Demokraside halkı sürekli ‘hayır’ demeye zorlamak kadar yanlış yoktur, iyimser olmak ve halka olumlu ve yapıcı düşüncelerle yaklaşmak gerekir”.
1950’den beri yaşanan tartışmaların ve çatışmaların özünde, siyasal, ideolojik ve sosyal-politik gerekçeler vardı;
1960 öncesi baskıcı iktidar ile muhalifleri arasındaki “demokrasi ve hukuk devleti savaşımı” gündemi işgal etmişti;
1970’lerde sağ-sol ideolojik bir çatışma ortamından geçildi;
1980’lerde 12 Eylül darbesinin özgürlükleri kısıtlayan uygulamalarına ve insan hakları ihlallerine karşı mücadele verildi;
1990’lar, küreselleşme yanlısı, aşırı kapitalist, rant peşinde yani salt paradan para kazanmak için koşanların karşısında halktan yana yeni sosyal demokrat yollar arayışıyla geçti;
2000’de patlayan kriz, ABD desteğindeki ılımlı(!) İslamcıların iktidara gelmelerine yaradı;
2007 genel seçimine kadar yükselen bu gidişin karşısında, özellikle sosyal demokrat siyaset cephede, halkın umudunu yeşertecek değişimler yaratılamadı.
2011 seçimi öncesi tırmanan ayrışmanın ve karşıtlığın nedenleri artık ne idealler, ne ilkeler, ne de siyasal ayrılıklardı. İlkel bir partizan hesaplaşması, toplumun üzerine kap-kara bir bulut gibi çöktü;
7 Haziran 2015 seçimi öncesi bir yandan 17-25 Aralık yolsuzluk videoları, bir yandan da MHP liderinin tırmandırdığı radikal milliyetçi suçlamalar yüzünden R.T. Erdoğan, oy yitirme korkusuna kapıldı. Çözüm Süreci dosyasını buzdolabına kaldırmasına karşın, AKP mecliste çoğunluğu yitirdi. Yenilenen seçim öncesi Suruç’ta başlayan ve Başkentte art arda tırmanan toplu katliamların halktaki tepkisi, seçmeni devlete ve dolaysıyla var olan hükümete sahip çıkmaya zorladı. 3 Kasım 2015 seçiminde iktidarda kalan yine, AKP oldu;
2016 Anayasa değişikliğine ve 2018 Partili Cumhurbaşkanlığı (Tek Adamlık) seçimlerine giderken yine Muhalefet bütün seçim stratejisini “Ak Sarayı” suçlayıcı kişisel eleştiri üzerine kurmuştu. Az farkla da olsa R.T. Erdoğan’ın istediği oldu;
2019 İstanbul Ankara başta yerel seçimde ise Muhalefet, AK Sarayın seçim kampanyasını genel ülke sorunları üzerinden götürme tuzağına düşmedi. Adayların belirlenmesinde ve propaganda sürecinde, yerel sorun ve çözümler açısından seçmenin güveni ve umudunu kazanma gücü en yüksek seçenekler ön aldı. Ve R.T. Erdoğan ilk kez sandıkta yenildi.
Salgında olduğu gibi son bir buçuk yıldır tırmanan ağır sorunlar karşısında AK Saray (Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi) tam anlamıyla çaresiz kalmış (acze düşmüş) durumda. Zaten özellikle 2019 İstanbul seçimindeki inadına karşın çok daha ağır bir yenilgiyle karşılaştığından beri özgüvenini de yitirdiği gözlerinden okunuyor.
Artık, suçu ve suçluyu kendi dışında arayarak sandıktan çıkma olanağının kalmadığını görmüş olması gerekir.
Yeter ki, özellikle CHP Üst Yönetimi gittikçe tırmandırdıkları şu kavgacı, suçlayıcı ve gerilimli ağız dalaşını bıraksınlar. Ve acil sorunlar için halkı inandıracak, umutlarını yeşertecek somut çözümler üzerinde yoğunlaşsınlar.