Hak Ettiğini “ANDA” değil “BUNDA” Vereceksiniz

Erol Çevikçe

Yazıma önce üç haberle giriş yapmak istiyorum. Çünkü bu haberler, başta eğitim olmak üzere toplumsal yaşamımızda laiklikten kopartıldığımız sav ve kaygısını belgeleyen olayların sür-git hale geldiğinin yeni kanıtları.

1- “Bazı üniversite rektörleri oruç tutan, tutmayan avına çıkmış. Bazı liselerde yöneticiler, oruç tutan ve tutmayanların ayrı mekânlarda olmaları talimatını verdiler”

2- “Mil-Diyanet Sendikası 'Minber Dokunulmazlığı' teklifi ivedilikle yasalaşmalıdır. Minber Dokunulmazlığı ile okunan hutbeler yargının konusu olmaktan çıkarılmalıdır’ talebini ısrarla gündemde tutuyor”

3- “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yalova Üni. Rektörlüğüne, ‘Sivil (tarikat ve cemaatler) din eğitim ve öğretiminin legal yapısı oluşturulmalı ve yeni Anayasa'da yerini almalıdır’ raporunu AKP’ye hazırlayan Prof. Mehmet Bahçekapılı’yı atadı”

                                                                                                                       

Amasya’mda RAMAZAN

"Bunda yoksul isen, anda yücesin", bu deyiş bir ilahi mısraıdır. Hani mevlithanlar camilerde hep bir ağızdan okurlar ya; İşte onlardan birinin bir satırı. Anlamı açıldığında, "Bu dünyada yoksul isen, öbür dünyada her varlığın olacak" vaadidir.

Ramazan, Müslümanların oruç tutma ayıdır. Bu ay ibadetin en yoğun yapıldığı bir ay olarak da algılanır. Ramazanda kılınan teravih namazı 33 rekâttır. İslâm’ın diğer dört şartına oranla, 7 yaşında başlanan orucun çocukluk ve gençlik çağında çok daha yaygın ve inançla uygulandığı bir gerçektir. Bir anlamda diğerlerinin bireyselliğine karşın ramazan ve oruç, dinimizin toplumsal denebilecek bir ibadet koşuludur.

Eskilerde, Ramazan gecelerini hiç uyumaksızın sabaha kadar ibadetle geçirenler çoğunlukta idi. Elbette ertesi gün is-güç yoktu. Hatta daha eskilerde, İstanbul’da esnafın bir kısmı dükkânını hiç açmaz ya da birkaç saat açarmış. Hâlâ Anadolu kentlerinde iş saatlerini oruç düzenine göre ayarlayan yerler vardır.

Son yıllarda ise, AKP iktidarı ile birlikte her yıl, Arap ülkelerini andıran baskıların yaygınlaştığı açıkça görülüyor. Oruç tutsun tutmasın, Ramazan ayında dini kurallara aykırı davranmak, çoğu yerde cezalandırılır hale geldi. 

Benim çocukluğumda, Ramazanda iftardan sonra her akşam ayrı bir camide teravih namazı kılmak, çok güzel bir heyecandı. Amasya, İstanbul’dan sonra Bursa ile birlikte Osmanlı’nın dini kültür ve eğitim merkezlerinden biridir.

O kadar çok ibadet yeri vardır ki, istenirse 30 gün Ramazan başka bir camide teravih kılınabilir. Eskinin bir başka özelliği de şehrin en güzel mevlithanlarının, oluşturduğu ilahi takımı ile her akşam değişik bir camide okumalarıydı.

Arkadaşlarımla biz de onları izler, teravih namazını o camide kılardık. Çakırın Abdullah ve takımı, değişik makamlarda okudukları ilahilerle bizi bu dünyadan sanki alıp götürürlerdi. Kısık sesle de olsa temposuna uygun vücut hareketleri ile onlara eşlik etmek en büyük coşkumuzdu: "Bunda yoksul isen anda yücesin"; Bu deyiş, inançlı ruhlara "dünyada katlanacağı yoksulluğun ve ezikliğin karşılığı olarak, cennette mutlaka zenginliğe ve itibara kavuşacağı umudunu" vaat ediyordu!

Bunları yazarken hemen aklıma, laikliği "ibadet serbestliği" diye saptıran politikacılar ve "benim ülkemde Müslüman çoğunluk dini özgürlüklerle ilgili baskı görüyor ve sorunlar yaşıyor" diyen bir Devlet Başkanı geliyor.

Artık giriştekine benzer olaylar kasıtlı olarak tırmandırıldığı için İktidarın Başındakileri anlamaya çalışmıyorum, onları kınıyorum. Çünkü gerçeği bildikleri halde, politik kariyerlerinin gücü haline getirdikleri partizanlık baskısının haksız ve acı sonuçları karşısında, sorumluluklarının ezikliğini bile duymaz durumdalar.

Eğitildikleri çocukluk ve gençlik ortamını onlardan daha yoğun yaşayan biri olarak, içtenlikle aktardığım o gerçekleri, kızgınlık duyarak da olsa, “hikâye" sayarak da olsa, okusunlar isterim.

Sözde, inançlara saygılı geçinen bazı okumuşlar gibi onları da, yeniden bir kez daha düşündüreceğimi sanarak safdillik yapıyorum. Gelecek kuşaklara karşı sorumluluğu olanların, ilkel hesaplar karşısında çok daha yürekli ve dürüst olmaları ve politik hırslarını yenebilmeleri gerekir.

Yoksuldan aldığınız oyların hesabını "anda" değil "bunda", kendi ülkenizde ve o yoksul ölmeden vermek zorundasınız. Hem de, zekât diye, fitre diye, sadaka diye değil, alın terinin karşılığı olarak hak ettiğini vererek.