“HADSİZLER”

Erol Çevikçe

“Haddini bilmeyenin eline bir mal, bir mevki geçti mi, herkesten önce kendi rezilliğini sergileyen kendisi olur”. Mevlana’nın bu çok önemli özdeyişini bir-kaç kez okursanız bir satırda sayfalarca bir kitap okumuş kadar olursunuz.

Önce aklınıza yakın çevrenizde birkaç İsim gelir. Yaşınız biraz ilerlemişse, anılarınızda bazı önemli(!) kişiler canlanır. Biraz daha zorlarsanız, bu kez kendini rezil etmiş birçok ünlü yönetici, politikacı belleğinizde çağrışım yapar. İşte o zaman istemeyerek te olsa Mevlana’nın nezaketini bir yana bırakır, bu anımsadıklarınıza, “HADSİZLER” dersiniz.

İyi bir üniversiteden mezun olduktan, planlama konusunda uzmanlık eğitimi aldıktan ve 10 yıldan fazla devlete üst düzeyde hizmet ettikten sonra kendimi (rastlantı sonucu)* genç yaşta politikada buldum. Benim de içinde olduğum, iki partinin 5’er üyesinden oluşan komisyonun tamamladığı CHP-MSP hükümet programını, Turan Güneş (1974’deki 1. Ecevit Hükümetinin Dışişleri Bakanı) Parti Genel Başkanları Ecevit ve Erbakan’a sundu.

Meclis koridorlarının soğuk bir kış gecesinde Gazeteciler, Ecevit’in açıklayacağı Bakanlar Kurulunu öğrenmek için birbirlerini atlatmaya çalışıyordu. CHP’nin o zamanki grubunda İsmet Paşa ile çalışmış Necdet Uğur, İlyas Seçkin, Kamil Kırıkoğlu gibi birçok önemli ve deneyimli isim vardı. Gecenin geç bir saatinde Başbakanın beni çağırdığını söylediklerinde, programdaki ekonomik bölümle ilgili sorgulanacağımı düşünerek odasına girdim;

Başbakan Ecevit “Sayın Çevikçe, sizi Bayındırlık Bakanı olarak kabinede görevlendirmek istiyorum” dediğinde yüzüm kızardı ve kaygılandım; “Efendim, ben daha yeni bir politikacıyım, grubumuzda çok değerli ve birikimli ağabeylerimiz var, beni bağışlayın” dediğimi ve o çekingen halimi hiç unutmadım. 

Hızla akan zaman içinde, bu ülkeden birçok “Haddini Bilmez” geldi ve geçti. Ama böyleleri yüzünden, son yarım yüz yılda Türkiye’miz, ekonomik, sosyal ve siyasal her türlü bunalımı yaşadı.

Bu bunalımların bedelini halk öderken, kendini rezil edenler, politikacıyı da halkın yüzüne bakamaz hale getirdiler. Bir ara, “politikacılara haddini bildireceğiz” diyerek Çankaya’yı ele geçiren 12 Eylül Darbecileri, haddini az bilenlerin yerine, hepten “Hadsizleri” getirdiler. Çaresiz halk eskileri arar oldu.

Bu sitemlerim çoklukla 2002 seçiminden (AKP’den) önceki politik döneme aitti. Özellikle, adı 2017 anayasa değişikliği ile resmîleşse de 2007 seçiminden sonra fiilen başlayan Tek Adamlık yönetiminde artık “Haddini Bilmeyenler” değil, tümüyle ve her konuda “Hadsizler” ülkesi olduk.

Mevlana da, “Haddini Bilmeyen” derken var olan yeteneğinin, ehliyetinin, liyakatinin ölçüsünü aşanı kast ediyor. O zamanlarda “Bütün Hadsizleri” düşünemiyor bile.

Öncesini bırakalım, 2018 seçiminden sonra AK Saray’ın parti üst yönetiminde ya da hükümetinde, “Haddini Bilmeyen” belki S. Soylu gibi bir-kaç isim var sanmıştık. Oysa “Haddi Olan” hiç var mıydı ki!

31 Mart 2024 yerel seçiminde İstanbul Büyük Şehir Başkan Adayı M. Kurum’un söz ve hareketlerini anımsayalım, “Haddi” geçin “Şaka” gibiydi. Türkiye Cumhuriyetinin atanmış “Bakanlar Kurulu” bile, topluca Reis’lerinin yalnız emirlerini değil, sezgilerini, imalarını, düşündüklerini gözünden ve dudağından okuyup, gereğini yerine getirmenin yarışına girdiler.

Artık ne yetenek ne liyakat ne de ehliyet kaldı. Ne hak ne hukuk ne de vicdan!

Canı yanmış, sabrı tükenmiş, Aş-İş derdindeki halkın verdiği dersi bile hala anlamış değiller.

(*) Bir kaza sonucu Genel Başkanım D.B. ayrılınca, yerine gelen K. Kılıçdaroğlu’na başarı dilemek için ziyaretine gittim. Bir daha aranmadığım için ilk ve son olan o görüşmemde kendisine daha önceki birlikte çalıştığım 6 Genel Başkan ve diğer parti Başkanları, Başbakanlarla tanığı olduğum bazısı gizli önemli olaylarla ilgili bildiklerimi aktardım ve önerilerde bulundum.

20 dakika süren konuşmama dönük sözlü ve bakış olarak hiçbir izlenim vermedi. Sadece, Genel Başkanlığa “gelişinin rastlantı ve fakat sorumluluğunun bilincinde olduğunu” söyleyince, “kişiler için gelişler rastlantıdır ama asıl önemli olan sorumluluğun nasıl gideceği ve haddine göre, görevin nasıl biteceğidir!” dedim.