Yazıma başlamadan değerli okurlarımın 2026 yılının, geçen yıldan daha iyimser olmasını ve esenliklerini diliyorum.
Geçen hafta Genel Başkanım D. Baykal ile başladığım, tanığı olduğum önemli kişi ve olaylarla ilgili yazma niyetimi bu hafta Dr.- Mv. Mehmet Haberal’la sürdürmek istiyorum;
1980 öncesi TBMM’de iken G. Bşk. B. Ecevit bana “Organ Nakli yasasının” meclisten erken çıkmasına yardımcı olamam için Hacettepe’den Dr. M. Haberal’a yardımcı olmamı istedi. İlk tanışmamız böyle olan Dr. Haberal’ın, kızımın 11 yaşında aniden düşerek komaya girdiği gün yetişip omuzunda merdivenleri hastane yatağına taşıdığını hiç unutmadım.
Bu gün artık günlük duruma gelen hukuksuz suçlamalarla gözaltına alınma baskısının ilk yıllarında bir gün Dr. Haberal’da sabah evinden alınıp İstanbul’a götürülürken uçağın merdivenlerine kadar giden Cumhurbaşkanı S. Demirel “ hiç kaygılanma sen bir vatanseversin” demişti.
Son yirmi üç yıldır ülkeyi yöneten AKP ve Reisi R. T. Erdoğan, halkın bıkkınlığına karşın, karşısında iktidar gücü gösterebilen bir muhalefet olmadığı için artık hak, hukuk ve vicdan tanımaz hale geldi. Küresel sermayenin yerli işbirlikçileriyle, esip üfürmeye devam ediyor. Yolsuzluk ve rüşvet almış başını gitmiş, gelir dağılımı uçurumu derinleşmiş, orta ve düşük gelirliler, sonu gelmez bir borç batağında.
Dr. Mehmet Haberal’ın, 1991’e kadar bir aydan olmanın ötesinde, politikayla ilgisi yoktu. Dur-durak bilmeden, gözüne uyku girmeden çalışarak ve çabalayarak, yurdunda ve yurt dışında olağanüstü başarılara imza attı. On binlerce cana sağlık, binlerce insana iş ve aş verdi.
Çoğunlukları mutlu etti. Kıskanan karşıtlarını bile, sevdi ve sevindirdi. 1991 seçimleri öncesi, ANAP Genel Bşk. Mesut Yılmaz’ın karşısında Demirel’in, Dr. Haberal’ı Rize’den Mv. Adayı ikna etmeye nasıl uğraştığının, en yakan tanıklarındanım. Sağlıkta devrim yapacağını hepimiz bekliyorduk. O nedenle, Erdal İnönü’nün partisi SHP ile DYP’nin kurduğu 1991 Koalisyonunda, Başbakan Demirel’in onu dışardan bakan yapmamasına alınmıştı.
Haklaydı da, çünkü her görevde olduğu gibi bütün varlığıyla kendisini politikaya hazırlamıştı. O tarihten sonra, laik demokratik cumhuriyete ve halkına karşı duyduğu sorumluluğu, Dr. Haberal’ı da siyasete çekti. O nedenle Dr. Mehmet Haberal da mesleği ile beraber, ülkesinin ve halkanın sorunlarına çözüm arama anlamanda, her aydın ve düşünür gibi olmuştu.
Ta ki, o günlerin Başbakanı R.T. Erdoğan’ın 25 Ekim 2003’te, 77 üniversite rektörünün, “laik demokratik cumhuriyet ilkelerine” bağlılıklarını sergilediği Anıtkabir yürüyüşüne katılmasına kadar. Gelin görün ki, R. T. Erdoğan, AKP’yi kurarken etkin ve yetkin bir hemşerisi olarak, desteğini istediği Dr. Mehmet Haberal’ın, o katılımını içine sindiremedi. “Sen katılma” (ricasını) dinlemediği Mehmet Haberal, artık “haddini bilmeli ve cezasını çekmeliydi”!
Dr. Mehmet Haberal’ı dört yıl manevi işkence gördüğü Silivri’den geldiği günden beri izliyorum. Gözleri, çok daha bilinçli, inançlı ve heyecanlı bakıyor. Onun suçu(!), bütün varlığıyla tam bir laik demokratik ulus devlet idealisti olmasaydı. Bu gün olduğu gibi özel savcıların ve yargıçların, Dr. Mehmet Haberal’a attıkları suç, “laik demokratik cumhuriyet anayasasının öngördüğü doğrultuda bir siyasal parti çalışmasına öncülük etmekti”.
Ülkede demokrasi zedelenerek, aradan yıllar geçti Dr. Mehmet Haberal, laik cumhuriyetin yılmaz savunucusu olarak, ulusunu uluslararası tıp kürsülerinde taçlandırarak dimdik ayakta. Ne var ki, demokrasiyi, gizli hedefinin kutlu(!) yolunda araç olarak kullanan Tek Adamların tetikçiliğini yapanlar, ezilerek, bükülerek ve düğme ilikleyerek adalet kürsülerini işgale devam ediyorlar.