F. Gülen Hizmet Hareketi inançlı Hakan Şükür’ün de, MHP’li Saffet Sancaklı’nın da çıktığı aşırı milliyetçi sahada yetişen Merih Demiral’ın gösterdiği sevinç işaretinin, elbette içtenlikli ama MHP’li Ülkücülerin siyasi yaftası olduğu gerçeği yadsınamaz.
Zaten UEFA Etik ve Disiplin Komitesi tarafından Merih Demiral'a verilen iki maçlık cezanın gerekçesinin de sportif, hukuki değil siyasi bir karar oluğu da bir gerçek.
Bu siyasi gerçeğin arkasında 60 yıllık bir Avrupa-Türkiye İlişkisi gerçeği (karmaşası, tartışması, aldatmacası) var.
Ülkeler arası dış politik ilişkiler soğuk savaşın etkisinde sürerken 1963 yılında Türkiye Başbakanı İsmet İnönü ile başta Devlet Planlama, ekonomi ve maliye bürokrasisi arasında Avrupa Ekonomik Topluluğu -AET- (sonradan Avrupa Birliği -AB-) ile üyelik konusunda ciddi bir aykırılık oldu.
Tarım ürünleri dış satımımızın kısıtlanması ve fakat Avrupa’dan yapılacak sanayi dış alımımızın giderek serbest olması durumda, kalkınmamızın öncelikli hedefi sanayileşmemize darbe vuracağı savına karşılık Başbakan İnönü, “bu kararın temel gerekçesi ekonomik değil, siyasidir (demokratik uygar dünyanın ortak üyesi olmak)” dedi ve ortaklık müzakereleri kararını imzaladı.
O günleri yaşayan benin kuşağım, ülkenin bu gün geldiğimiz hızla laik demokratik cumhuriyetten uzaklaşmayı acı ile izlerken, İsmet İnönü’yü daha doğru anlamış olmalıyız.
Aslında Avrupa’nın Türkiye ile var olan tek bağı,1950’de Sovyetler Birliğinin (Rusya’nın) tehdidine karşı korunma ihtiyacı ile üyesi olduğumuz Kuzey Atlantik Paktı (NATO)dur. Orada bize düşen de Batının doğu/güney sınırındaki bekçilik görevidir.
1963’den beri Avrupa ile aramızdaki ilişkileri daha doğru anlamak için en tepeden yetkililerin, belge niteliğindeki çok önemli söylem ve politikalarını anımsamak yeterlidir:
İsmet Paşanın imzaladığı taslak, git-gel müzakerelerle bir sonuca vardırılamadı.1965’de Başbakan olan liberal muhafazakâr Süleyman Demirel, partisinin ilkelerinin yakınlığına güvenerek müzakereleri hızlandırmak istedi. AET Komisyonlarının oyalama taktiği aşılamadı derken, 1967 ilk Kıbrıs bunalımı patladı. O tarihten sonra Yunanistan’la artan gerginlik 1974 Ecevit Hükümetinin Kıbrıs Barış Harekâtı ile Avrupa ile ilişkilerimizi daha da sorunlu bir safhaya soktu.
1960’ların sonunda başlayan Almanya’nın ucuz işçi alımı kitleselleşince Faşist damarı hortlayan akımlar yüzünden yönetimdeki Sosyal Demokratlar bile Türkiye’ye karşı soğuk davranmaya başladılar. 1976-78 arası üyelik müzakereleri için bir gidişinde, Almanya Şansölyesi (federal Başbakanı) Helmut Schmidt’in CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e “Sokakta yatırıp koyun kesen halkın Avrupa’da yeri yoktur” diyecek kadar ileri gittiği belgelidir.
Bir başka gerçek olay, 1980’lerin başında Başbakan Mesut Yılmaz yine kesik olan müzakerelerin kapısını açmak için gittiği görüşmelerden döndüğünde, AB üye devlet başkan ve temsilcilerinin söz ve tavırlarından “Hristiyan Avrupa’nın kapılarını Müslüman Türkiye’ye hiçbir zaman açmayacağını” gördüğünü söyledi.
2005’te kendilerini muhafazakâr demokrat sayan AKP Hükümeti (özellikle Dışişleri Bakanı A. Gül), Başbakan R. T. Erdoğan’ı AB’ye yeniden üyelik görüşmeleri için götürüp hazırlanmış vaat belgesini zorla da olsa imzalattılar. 2007’ye kadar AB’ye uyum yasaları adı altında bir seri yasa ve değişiklik yaptılar.
Her yeni başlık için çıkan tartışmalar özellikle AB üyesi Yunanistan’ın veto hakkı bahane edilerek ertelendi durdu. Sonunda tamamen tıkandı ve bu günlere gelindi. En son İsveç’in NATO üyeliğine evet demek karşılığında AB üyelik müzakere kapısı açılacak diyerek Partili Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’a attırdıkları imza da boşa gitti..
Laik Demokratik Cumhuriyet kurulduğundan beri Türkiye’de siyasi çizgileri ayrı olsa da, politik liderlerin temel yaklaşımı duygusal değil, gerçekçi olmalıdır. Yalın gerçek, M. K. Atatürk’ün gösterdiği hedeftir: “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak”.
İşte bu hedef, İsmet İnönü’nün AET Katılım Belgesini imzalarken söylediği siyasi hedeftir. İşte bu hedef, 2015’te AKP’nin AB’ye üyelik müzakerelerini yeniden başlatmak için imzaladığı kararı yorumlayan o tarihteki Dışişleri, sonraki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Biz bu uyum kararlarını illa AB’ye üye olalım diye değil, Türkiye’mizi Kopenhag Kriterlerine uygun hale girmek yani çağdaş uyarlık düzeyine çıkarmak için imzaladık” sözündeki siyasi hedeftir.
İyi ki, Bozkurt’u faşist anlayışına alet eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “Hollanda maçına çıkmayın geri gelin” propagandasına AK Saray da, kendini kaptırmadı. Bizim Çocukların son dakikaya kadar özgüvenli direnişine ulusça teşekkür etmeliyiz.
Futbolda siyaset, Avrupa’nın kanlı Faşistleri Alman Hitler, İtalyan Mussolini ve İspanyol Franko’dan beri hep var oldu. Bizde, AKP hükümet ettiğinden düne kadar 2. Ligde bile AK Saray, federasyon başkanından hakemlere, kulüp transferlerine kadar, futbolun içinde (hatta başında). Bu ay yapılacak federasyon seçimleri için futboldaki herkesin gözü kulağı AK Saray da..
Varın Merih Demiral’ı tartışın durun!