Erol Çevikçe UĞUR MUMCU’yu Anıyoruz ve Arıyoruz

Erol Çevikçe

1970'lerde dünya, sosyalizm rüzgârlarının estiği ve Türkiye’mizde de, aydınları etkisi altına aldığı bir evreydi. 12 Mart Darbesi merkez sağ Adalet Partisine (Başbakan Süleyman Demirel’e) karşı yapılmış gözükse de aslında Sovyetler Birliği destekli komünist tehlikeyi önlemek için Silahlı Kuvvetlerin dolaylı bir hükümet darbesi idi. 

Sonuçta, Generaller bürokratlardan kurdukları hükümet aracılığı ile sıkı yönetim ilan ettiler ve başta sol düşüncede olan yazar, çizer, sendikacı, sivil tolum üyesi olmak üzere, kadın-erkek çok sayıda yurtseveri (idam dahil) cezalandırdılar.

Önlemek bir yana karşılıklı çatışmaların özellikle derin devlet destekli Ülkücülerin silahlı tırmandırması ile ülke, bir kez daha hem de doğrudan 12 Eylül Darbesi ile karşı karşıya kaldı.

Elbette ülkenin hala süren asıl yapısal sorunu ise, “bol geldi” diyerek 1961 anayasası ve yasalarda yapılan değişikliklerle, insan hakları- özgürlükler ve demokrasi konusundaki duraklama ve hatta geri gidiş oldu.

***

1963’te, sınav kazanmış ve Devlet Planlama Teşkilatında çalışmaya başlamıştım. İlk gereksinim, bir ev bulmaktı. O zamanlar, başkent Ankara milyonun altında nüfuslu bir kent; Bahçelievler hem yeni hem de havası en temiz bir semt. Şimdilerde kalabalıktan zor yürünen tenha yolları arşınlamaya koyuldum. Bir aksam saati, 10. Sokak'ta girdiğim dairede, evin annesi ile konuştuk anlaştık ve sözleşmeyi imzaladık.

Salonun köşesinde kitaplarına gömülmüş, gözlüklü, bilim adamı görünümlü, genç bir üniversiteli dikkatimi çekti. Planlamacı olduğumu duyunca, dersi bıraktı ve bana sorular sormaya başladı. Yıllar sonra ben de arkadaşım Uğur Mumcu'ya 12 Mart’ta aldığı ceza ve gördüğü manevi işkenceyi anımsayarak ve belki de Anadolulu olmanın sıradanlığı ile "Sakıncalı Piyade olmak seni üzdü mü?" diye sorduğumda, gözlerindeki o asil ve sevecen gülümseyişini hiç unutmadım.

Uğur Mumcu, dostu olmaktan gurur duyduğum, inançlı bir sosyalist ve ulusunu seven, insanlığa karşı bütün yüreği ile bağlı ve sorumlu bir aydındı. "Merkezi Ekonomik Planlamanın" ülkesini ve halkını yoksulluktan kurtaracağına bizim gibi bel bağlayanlardandı. Üniversitede, gençliğin düşünce önderlerindendi. 

Siyasetin, olumsuzlukların kaynağı olduğu kadar ekonomik, sosyal toplumsal sorunların da ancak onunla çözülebileceğinin bilinci içindeydi. Özündeki devrimci ruh onu, sömürüye ve ezilmişliğe başkaldırmaya adeta azmettirmişti. O nedenle bütün gücünü ve aklını, doğruya ve gerçeğe adamıştı.

Bu gün artık ABD başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerde bile foyası açığa çıkan sözde demokrasi adına “popülizmin”, yoksulluktan kurtulmak isteyen ülkemizde de, halkın değil, sonunda bir “Tek Adamın” egemen olma yolunu açacağını, ilk görenlerdendi.

Bağımsızlığa ve sömürüye karşı umutla inandığı toplumsal ilke ve amaçlara rağmen O, Sovyetler Birliği'nde (Rusya) devlet komünizminin hızlı düşüşünü en erken sezenlerden de biriydi.

Doğmalardan gerçeklere ulaşmanın önündeki çetin zorluğu görerek temel sorununun, "özgürlük, insan hakları ve bilimle, hukukun üstünlüğünü sağlamak" olduğu yargısı, artık Uğur Mumcu'nun düşüncelerinin temeli olmuştu.

İşte bu çizgide kimselerin üzerine gidemediği gerçekleri bulmaya ve hiç korkmadan açıklamaya kendisini adadı. Bunun, Türkiye'de yaşam pahasına bir büyük dava olduğunu herkesten önce o gördü. Yine de göze aldı. Uğur Mumcu’nun katledilişinin 30.yıl dönümünde derin bir elem ve kaygıyla görüyoruz ki, artık, “laik demokratik sosyal bir hukuk devleti” olan toplumsal yapımızın kırılma ve dağılma baskısıyla karşı karşıya gelişi, O’nun yorum, eleştiri ve uyarılarının doğruluğunu ve gerçek bir aydın ve düşünür olarak haklılığını ortaya koydu.

Sevgiyle, özlemle anıyoruz ve arıyoruz.